GEÇENLERDE ortaya çıkarılan borsa skandalına karışan isimlerden birinin bir gazeteci olması, gazeteciler arasındaki “etik tartışmalarını” yeniden hızlandırdı.
Bazı yazar ve yönetici arkadaşlarımız “yeni keşiflerde” bulundular.
Aralarında, gazetecilerin borsada hisse senedi alım satımı yapmalarının ahlaki olmadığına ve yasaklanması gerektiğine ilişkin öneriler yapanlar da var.
Bilmeyen okuyucularımız için hatırlatayım ki Doğan Medya Grubu’nun (DMG) sıkı bir şekilde uyguladığı böyle bir ilkesi var.
DMG Yayın Konseyi tarafından uygulanması izlenen ve Doğan Grubu’nda çalışan her düzeydeki gazetecinin uymak zorunda olduğu DMG Yayın İlkeleri’nin ikinci maddesinin “i” bendinde şöyle deniliyor:
“Doğan Yayın Holding’in ekonomi ve finans konularında yayım yapan bölümlerinde çalışanlar, hisse senedi sahibi olamazlar ve borsalarda dolaylı ya da dolaysız hisse senedi alıp satamazlar.”
Bunun devamında da gazetecilerin bağlı oldukları bölüm yöneticisinin izni olmadan davet ve gezilere katılamayacakları, yayına konu olan veya olması düşünülen kişilerden meslek ahlakına uymayan hediyeler kabul edemeyecekleri yazılı.
İşin özeti; bazı arkadaşlarımızın yeni keşfettikleri kuralı biz yıllardır uyguluyoruz!
Değinmek istediğim bir konu daha var: Bu meslekte yıllardır yöneticilik yaptım, meslektaşlarımın çoğunu bu nedenle tanırım, bilirim. Şunu söylemeliyim ki son borsa skandalına karışan gazeteciyi tanımıyorum ve daha önce adını bile duymamıştım.
Kimsenin tanımadığı, bilmediği bir gazeteciye bir derginin yönetimini teslim eden TMSF yöneticilerinin de en az o kişi kadar sorumlu olduklarına ve hesap vermeleri gerektiğine inanıyorum.
Son bir not: Keşke, ülkemizde, diğer meslek grupları da biz gazeteciler kadar kendilerini eleştirip, mesleki ahlak normlarını geliştirmeye çalışsalar!
Olay budur arkadaşlar!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan partisinin il kongrelerinden birinde şöyle konuştu: “Bu ülkenin sevgi, saygı, barış ve yaratılanı yaratandan ötürü sevme anlayışını gölgelemeyin. Ve halkımızı kalkıp da yok bilmem burası kamusal alandır, yok burası değilmiş, bu tür ayrımlara tabi tutmayın. Halkım olduğu gibi kabul edilmelidir. Başı örtülü, başı açık ayırt etmeyin ve AKP’nin özelliği burada. Burada bile başı örtülüsü, başı açığıyla bir tablo var, olay bu.”
Erdoğan’ın sözlerini okurken ben de kendi kendime şöyle söyledim: Evet Recep Bey, olay aynen budur!
Mesela, eşinin başı örtülü değil diye devlet memurlarının atanmasında ve terfisinde ayrımcılık yapılmamalıdır. Eşlerinin başları örtülü olmasından başka bir özelliği olmayanlar önemli görevlere atanmamalıdır! Halkımız olduğu gibi kabul edilmelidir.
Halkımızı olduğu gibi kabul edip, ayrım gözetmeden hizmet etmekle yükümlü olan kamu görevlileri, siyasi ve dini inançlarını ortaya koyacak semboller, işaretler, özel giysiler kullanmamalı, bundan özenle kaçınmalıdır.
Halkımız olduğu gibi kabul edilmeli, kadın-erkek farklılığını ve ayrımcılığını vurgulayacak davranışlardan, harem-selamlık uygulamalarından da ısrarla kaçınılmalıdır.
Olay budur arkadaşlar!
Almanlar çıldırmış olmalı!
DÜNYA Kupası final maçını izlemek için Berlin’e geldim. Bu kim bilir kaçıncı gelişim.
Bu kentin baş döndüren değişim hızı beni büyülüyor ve kendisine bağlıyor. Daha önce birisi bana “Günün birinde bir Alman kentini de seveceksin” deseydi asla inanmazdım, ama fark ettim ki Berlin’in elle tutulacak kadar yoğun enerjisi muazzam bir çekim gücü oluşturmuş benim için.
Öte yandan bu son gezimi ilginç kılan şeylerden birisi de hiç kuşkusuz Almanların “çıldırmış” olmaları.
Berlin, bir Orta Avrupa kenti gibi değil de sanki bir Akdeniz kenti gibi görünüyor bu nedenle.
Yüzlerini gözlerini Alman bayrağının renklerine boyamış kızlar, oğlanlar, ellerinde-otomobillerinde-bisikletlerinde bayrakla dolaşan koca koca adamlar bu etkiyi yaratan.
Bir Türk’ün işlettiği, İtalyan’dan daha çok İtalyan lokantası Mondo Pazzo’da tanıştığımız, babası Türk, annesi Alman genç bir şirket yöneticisi yarım Türkçesiyle açıklıyor durumu: Almanlar bayraklarından utanmamayı Türklerden öğrendi!
Yollarda Türk ve Alman bayraklarını bir arada taşıyan o kadar çok otomobil var ki söyledikleri gerçekten doğru olabilir.
Avrupa’nın Alman korkusuyla ilgili vaktiyle çok kitap okuduğum için şunu söyleyebilirim: Eğer cumartesi gece oynanan üçüncülük maçından sonraki Berlin görüntüsü, soğuk savaş döneminin Berlin’inde yaşansaydı dünyadaki bütün güçler iki Almanya’nın birleşmemesi için seferber olurlardı!
Hatta iki değil, on tane Almanya olması için dua bile ederlerdi!
Elbette kimse Almanlar takımlarının galibiyetlerine seviniyor, bayraklarını yeniden keşfediyor diye 3. Reich’ın hortlayacağını düşünmüyor.
O günler artık çok geride kaldı.