Malmö’de değil de İstanbul’da olsaydı
İSVEÇ’in Malmö kentinde, göçmenleri hedef alan seri saldırı ve cinayetlerin zanlısı olarak bir kişi yakalandı. Şu anda faili meçhul durumda 17 vaka var.
Malmö polisinin yaptığı açıklamaya göre zanlının evi, geçtiğimiz gün gece yarısından sonra özel kuvvetlere bağlı bir polis birliğince basıldı ve zanlı gözaltına alındı.
Yakalanan kişi ile ilgili bütün bilgimiz bundan ibaret. Erkek olduğunu biliyoruz, 35 yaşın üzerinde olduğunu biliyoruz. Hepsi bu kadar!
Çünkü İsveç polisi de, soruşturmayı yürüten savcı da biliyor ki cinayetlerin bu kişi tarafından işlendiği ile ilgili kesin kanıtlara ulaşılıp dava açılmadan kimliğini ortaya dökmek, temel insan haklarının çiğnenmesi anlamına geliyor.
Bir de tersini düşünün. Cinayetler mesela İstanbul’da işlenseydi ve gece yarısı zanlının evi basılıp gözaltına alınsaydı, ne olurdu?
Baskın sırasında büyük olasılıkla televizyon ekipleri ve gazeteciler olay yerinde olurlardı. Kendilerine polis tarafından haber verilmeyen gazeteciler de olayı polis telsizinden takip edip oraya gelirlerdi. Zanlının evinden don paça çıkarılışını televizyonlarda izler, gazetelerde okurduk. Adını soyadını, bilirdik. Annesinin babasının evinin nerede olduğuna kadar her şeyi öğrenirdik. Hatta evindeki aile albümünden çıkarılmış gençlik fotoğraflarını, varsa sevgilisinin veya eşinin fotoğrafını görürdük.
Böylece bir insan, hakkında daha dava bile açılmadan kamuoyunda mahkûm edilirdi. Hakkında açılmış dava mahkûmiyetle bitmeden suçlu olduğuna karar vermemiz sağlanırdı.
İşte İsveç ile Türkiye’de benzer kurumlar (savcılık ve polis) arasındaki fark!
Oradakine neden insan haklarına saygılı bir hukuk devleti dendiğini, buradakine neden denemeyeceğini gösteren sıradan bir örnek!
Engellilere hizmet için örnek bir davranış
GEÇEN gün Türkiye’de engelli insanlarımıza reva görülen kötü muameleler ile ilgili bir yazı yazmış ve kimsenin bu sorunu kendisine dert etmediğinden yakınmıştım.
Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü Faik Açıkalın’dan bir mektup aldım.
Bankasının engelli vatandaşlarımızla ilgili olarak yaptığı işleri anlatıyordu. Herkese örnek olması dileklerimle bu mektuptaki bilgileri sizlerle paylaşmak istedim. Söz Açıkalın’da:
“Bizler de Yapı Kredi olarak engellileri toplumun bir parçası olarak sosyal hayata daha çok katabilmek için sorumluluk alıyoruz. Maalesef ülkemizde günlük hayatın birçok alanında gerekli standartlar oluşturulmadığı için engelli vatandaşlarımız büyük sıkıntılar yaşıyor. Banka olarak bu sıkıntıların hiç olmazsa bir bölümünü kendi faaliyet alanımız içinde ortadan kaldırmak için çaba gösteriyoruz. Bu çerçevede Türkiye’de engellilere yönelik bankacılık hizmetleri geliştiren ve Engelsiz Bankacılık adıyla özel bir çalışma grubu oluşturan ilk finansal kurum olmanın da gururunu yaşıyoruz. İlk olarak 2008 yılında Yapı Kredi Çağrı Merkezi’ni işitme engelli müşterilerimizin de yararlanabileceği şekilde yeniden yapılandırmakla başladığımız projemizde, görme engelli müşterilerimiz için de yazıyı sese çeviren özel bir teknolojiyi internet üzerinden kullanmaya başladık. Yine geçtiğimiz yıl ortopedik engellilerin kullanımına yönelik olarak Türkiye çapında birçok ATM’mizi yeniden düzenleyerek tekerlekli sandalye ile ulaşılabilir hale getirdik. Bu yıl ise sesli işlem yapan ATM ve POS cihazlarını kullanıma sunuyoruz. İlk olarak 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde kullanılmaya başlanacak hizmetlerle ATM’lerden sesli olarak para çekme ve bakiye inceleme işlemleri yapılırken, POS’larda ise sesli yönlendirmelerle görme engellilere kredi kartı işlemlerinde kolaylık sağlanacak. Türkiye’de bir ilki temsil eden bu çalışmalar ile amacımız günlük hayatın pek çok alanında gerekli şartlar oluşturulamadığı için sıkıntı yaşayan engellilere bankacılık hizmetlerinde gelişmiş ülke standartlarını sunabilmek. Bu hedefe daha hızlı ve doğru bir şekilde ulaşmak üzere geçtiğimiz günlerde Birleşik Sakatlar Federasyonu ile de bir işbirliği gerçekleştirdik. Bu işbirliği sayesinde engelli vatandaşlarımızın ihtiyaç ve beklentilerini daha iyi anlayıp çağdaş ve insancıl çözümler sunmaya devam edeceğiz.”
Havaalanları ve vatandaşın hayatını kolaylaştırmak meselesi
Yolculuklarımın önemli bölümünü uçaklar ile yapıyorum ve şu son bir yılda dünyanın dört bir yanındaki havaalanlarından geçtim.
Dünyada bizimkinden başka girişinde “nizamiye” olan havaalanı yok. Orta Asya’daki devletlerde tek tük kaldı, hepsi o kadar.
Bizde ise “sivilleştikçe” havaalanlarının dışındaki “nizamiye kapıları” büyüyüp, modernleşiyor! Bu nasıl bir sivilleşme anlayabilmek mümkün değil.
Mesela Atatürk Havalimanı’na gelişteki yoğun trafiğin tek nedeni de bu “kapı”. Otomobiller plastik konilerle daraltılmış yoldan geçiyor, bazılarını polis durdurup arıyor. Neden arıyor, aradığını nasıl seçiyor ve ne buluyor, bilebilmek mümkün değil. Bir tek sonucu var: Trafik tıkanıyor!
Havaalanlarında uçağa binerken bagajların ve insanların aranması işlemi de bizde iki kere yapılıyor. Başka hiçbir ülkede böyle bir uygulama görmedim.
Bizde bir kere terminal binasına girerken aranıyorsunuz, bir kere de uçağa binerken.
İki arama noktası arasındaki mesafe bazen (mesela Bodrum Havaalanı) 10 metre bile değil.
İkinci bir aramaya ihtiyaç duyulduğuna göre, birinci arama ya laf olsun diye yapılıyor ya da terminal binalarının güvenliği tam olarak sağlanamıyor olmalı.
Her şeyi aranarak terminale girmiş bir kişinin, havaalanı ve uçuş güvenliğini tehdit edecek “malzemelere” ulaşma ihtimali mi var ki buna gerek görülüyor?
Kişisel görüşüm şu ki bu iş bir defa öyle başladığı için devam ediyor. Kimse vatandaşların çektiği sıkıntıyı kendisine dert etmiyor ve “Neden dünyada her ülkenin başardığını biz yapamıyoruz” sorusunu sormuyor.
Bin tane problem arasında belki bu küçük bir problem sayılabilir ama sadece bu bile devlet görevlilerinin vatandaşlara bakışını gösteren bir örnek.
Vatandaş peşin suçlu olarak görülüyor, vatandaşların hayatını kolaylaştırmanın kamu görevlilerince hiç umursanmadığını ortaya koyuyor.
İşe yaramayacak biliyorum ama ben yine de dikkat çekmiş olayım!