Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

‘Manifestocu ulusal bankacılar’ kuş gribi oldu!

ANKARA Sanayi Odası Başkanı Zafer Çağlayan’ın, devletimizin yöneticilerine gönderdiği ve kuş gribinden etkilenen üreticilerin korunmasını talep ettiği bir mektupla ilgili haberi dün Hürriyet’te okumuş olmalısınız.

Çağlayan şöyle diyor: ‘Daha ne olduğu belli olmadan, bundan on gün önce kredi kullandırabilmek için üyelerimizin kapılarını aşındıran bazı bankalar, kredi limitlerini kapatmışlar ve kredileri geri çağırmaya başlamışlardır.’

Bankalarda ‘yabancı sermayenin sınırlandırılması’ ile ilgili tartışmaların mürekkebi henüz kurumadı.

Bankalardaki yabancı sermayenin sınırlanmasını isteyenler ‘Ulusal Bankacılar Manifestosu’ diye bir dizi görüş açıklamışlar ve bunlar da gazetelere yansımıştı.

O ‘manifesto’da dile getirilen görüşlerden bir tanesi de şuydu: Yabancı bankalar, bir kriz anında hemen geri çekilirler ve ekonomiyi işlemez hale getirir, krizi derinleştirirler.

Ben de o tarihte Milliyet’teki köşemde şöyle yazmıştım: Sermayenin yerlisi, yabancısı olmaz. Sermaye, ekonominin kurallarıyla hareket ederken her şeyden önce kendisini korur, güvence altına almak ister. Yaşadığımız ekonomik krizlerde kredileri geri çağıran, işleyen kredilere yeni yüksek faiz oranlarını yürütmek isteyenler de yerli bankacılardan başkası değildi!

Aradan üç ay geçmeden yine aynı durumla karşılaşıyoruz.

Görüyoruz ki ‘bayraklı-tişörtlü hamaset’ ile ekonominin gerçekleri bir arada olamıyor.

Bankaları yerli ya da yabancı olsun, bu yaptıkları nedeniyle de suçlayamayız. Ben karşılaştığımız sorunun kredileri geri çağırtacak kadar önemli olmadığına inanıyorum; ama demek ki onlar tersini düşünüyorlar.

Bankalar, yerlisi olsun, yabancısı olsun, yürürlükteki kanunlar ve ekonominin kuralları çerçevesinde ayakta kalmak, kendi sermayelerini korumak ve ‘müdebbir bir tüccar gibi’ hareket etmek zorundalar.

Kuş gribi vesilesiyle bu gerçeği bir kez daha görmüş olduk.

‘Manifestocu milliciler’e tekrar hatırlatayım dedim.

Kurucusu cumhurbaşkanı kalecisi başbakan

DÜN İzmir’de Atatürk’ün ‘Büyük Altay’ı ziyaretinin 80. yılı nedeniyle düzenlenen bir törene katıldım. Türkiye’deki birçok taraftar gibi benim de bir ‘ikinci’ takımım var: ‘Büyük Altay.’

Altay’ın ‘büyüklüğü’ tribün tezahüratlarından kaynaklanmaz.

Altay, ulusal kurtuluş mücadelemizi yürüten ve Cumhuriyet’i kurup kökleştiren kadroların takımıdır; büyüklüğü bundan kaynaklanır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’dan geri çekilme sürecinde azınlıklar arasında yayılan milliyetçi akımlara karşı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İzmir’de yarattığı bir kulüptür Altay.

Cemiyetin görevlisi olarak İzmir’e gelen Celal Bayar’ın öncülüğü ve para yardımıyla, cemiyetin tahsis ettiği bir binada kurulmuştur. Kurucular arasında ‘harf devriminin’ Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Uğural, adı Fenerbahçe Stadı’nda hálá yaşayan Şükrü Saracoğlu, Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, Mahmut Esat Bozkurt gibi isimler var. İzmir’e giren süvari alayının komutanı Fahrettin Bey’e ‘Altay’ soyadı da bizzat Atatürk tarafından verilmiş. Adnan Menderes de takımın ‘kalecisi’ olarak kulüp tarihinde önemli yere sahip.

Dünkü toplantıya hákim olan ruhun, ulusal kurtuluş savaşının ilk günlerindeki yoğunlukta olması, sanıyorum kulübün tarihindeki bu büyük izlerden kaynaklanıyor.

Harold Pinter, Türk olsaydı!

NOBEL Edebiyat Ödülü, İngiliz oyun yazarı Harold Pinter’e verildi.

Pinter’in biyografisi ile ilgili haberleri okurken dikkatimi bir şey çekti: Pinter, askerlik yapmayı reddettiği için iki kere mahkemeye verilmiş.

Bir an için düşündüm: Pinter bu özgeçmişiyle bir Türk olsaydı, ödülü nasıl karşılardık?

‘Bir Türk Nobel aldı’ diye sevinir miydik? Yoksa ‘bir asker kaçağına ödül verilmesi, Türkiye’nin milli bütünlüğüne karşı bir emperyalist oyunudur’ diye ayağa mı kalkardık?

Muhtemelen her ikisi de olurdu.

‘AB’ciler’ sevinir, ‘ulusalcılar’ üzülürdü. Birkaç ay da bunun tartışmasıyla geçer, birbirimize gazete sütunlarında hakaretler yağdırırdık.

Sonra kendime şu soruyu sordum: Orhan Pamuk, Nobel kazanamadı diye içimizde kaç kişi sevindi?

Sayılarının hiç de az olmadığını tahmin ediyorum.

Düşünüyorum da Nobel Edebiyat jürisi, ödülü Orhan Pamuk’a vermeyerek aslında doğru bir iş yaptı.

Bizi deli saçması bir tartışma içinde boğulmaktan kurtardı!

Genelge düzeltiliyor

İÇİŞLERİ Bakanı Abdülkadir Aksu ile dün konuştum. ‘Uygunsuz halleri görülen öğrencilerin üniversite rektörlüklerine bildirilmesi’ ile ilgili genelgenin amacının gençleri uyuşturucu ve terörden korumak olduğunu anlattı.

Genelge içinde yanlış algılamalara yol açan bölümün değiştirileceğini, polisin öğrencilerin özel hayatlarına karışmak gibi bir sorunu olmadığını açıkladı.