Ciddiyet, sıkıntıdan patlamak mıdır?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in, ‘Erdoğan bir kadını dansa kaldırabilir mi’ eleştirisini gazetelerde okuduğumda ‘bizim siyasetçilerimizin hangisi buna cesaret edebilir’ diye düşünmüştüm.
Soruma ‘bir yanıtı’, CNN Türk’te Deniz Baykal’dan aldım.
Baykal da ‘dans edemeyen’ liderlerimizdenmiş.
Bizim devlet ve siyaset geleneğimiz ‘ağır molla’lığa prim verir.
Bir davete gitseler dans etmeden saatlerce otururlar, bir konsere gitseler el çırparak şarkıya katılamazlar, sahneye dansöz çıksa başlarını çevirip görmezden gelirler, maça gitseler gol olunca ayağa fırlamazlar vs.
Çünkü beyinlerinin gerisinde bunun ‘hafif’ bir davranış olduğuna inanırlar.
Sımsıkı bağlanmış kravatları ve takım elbiselerinin içinde sonsuz bir sıkıntıya mahkûm edilmiş gibidirler.
Onları bir tek davul-zurna eşliğinde halay çekerken ya da kemençeyle horon teperken görebilirsiniz, çünkü ‘köylülük’ bizim ülkemizde özellikle siyasetçiler için her zaman tercih edilen bir durumdur.
Bu öylesine yerleşmiş bir gelenektir ki sadece başbakanları, bakanları değil, valileri, kaymakamları, emniyet müdürlerini de etkisi altına alır.
Bir davette ‘en yüksek mevkideki’ devlet görevlisi her kimse onun da oturduğu koltuğa zamkla yapışmış gibi davranması adettendir. İster İl Ziraat Müdürü olsun, ister Karayolları Bölge Müdürü. Durum değişmez.
Hatta konserlerde ‘protokol’ diye en ön sıraya ‘sebilhane sürahisi gibi dizilen’ başka ‘sivil’ zevatı da adam gibi eğlenirken göremezsiniz! O ön koltuklara oturunca sahnede ve arkalarında kopan kıyametten soyutlanır, ellerini kavuşturur, öylece otururlar.
Solculuk-sağcılıkla, İslamcılık-Batıcılıkla ilgisi olmayan bir durumdur.
Çünkü bizde ‘ciddiyet’, ‘sıkıntıdan ölmekle’ aynı anlama gelir.
Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek
DÜN Ertuğrul Özkök yazdı. Mireille Darc beyin embolisi geçirdiğinde ilk aradığı insan eski aşkı Alain Delon olmuş.
Delon, gelip Darc’ı almış ve altı ay boyunca değişik ülkelerde birlikte gezmişler.
Darc ve Delon, ‘bizimkisi hayat boyu bir şey’ diyorlarmış.
Bu sözleri okuyunca Can Yücel’in bir şiirini hatırladım.
‘O olmazsa yaşayamam demeyeceksin / yaşarsın çünkü.’
Hayatta bir kez bile gerçekten áşık olan herhangi birinin çok kolayca söyleyebileceği bir söz bu aslında: Sensiz yaşayamam, ölürüm!
Ayrıldıktan üç gün sonra yaşamakta olduğunu, hem de pekálá yaşamakta olduğunu görür, söylediğin yalan için hafifçe kızarırsın. Bu gerçek. Bazımız aynaya bile bakamaz bu yüzden, karşısında bir yalancının suratını göreceği için.
Ama bu durum yine de her şeyin iyi gittiği anlamına da gelmeyebilir.
Uzaktan gelen bir trenin düdük sesi, planlanmış ama gerçekleştirilememiş ortak yolculukların hayalini canlandırır beyninin içinde.
Duyduğun bir şarkıyı mırıldanırken onu düşünürken yakalarsın kendini farkında olmadan.
Güneş, aynı güneş değildir artık, ısıtamaz bir türlü içini.
Günün birinde çalan bir telefonda duyarsın sesini.
Telefon ettiğinde ‘Hastayım, sana muhtacım’ mı demişti acaba Mireille Darc?
O anda gözünün önünde canlanan neydi, Delon’un? Kısacık kesilmiş sarı saçları, incecik beli ve isyankár bakışlarıyla eski Mireille mi, yoksa kendi başına ayakta zor duran bir çaresiz kadın mı?
Muhtemelen ikisi de o fırtınalı yıllarda defalarca söylemişlerdi bunu: Sensiz yaşayamam, ölürüm!
Ama yaşamışlardı işte? Ta ki o telefona kadar!
Pazartesi Fıkrası
Temel ve ‘kelebek etkisi’
BİRBİRİYLE ilgisizmiş gibi görünen olaylar arasında her zaman bir nedensellik bağı bulunduğunu anlatan bir söz bu: Kelebek etkisi.
Brezilya’daki Yağmur Ormanları’nda bir kelebek kanat çırpsa, onun yarattığı rüzgárın etkilerinin Kutuplar’da görünebileceğini anlatan bir söz.
Bizim siyasetçilerimizin pek ‘yüz vermedikleri’ bir kavram. İşte bununla ilgili bir Temel fıkrası:
Makinist Temel, tren yolunun üzerinde durmakta olan bir adam görünce trenin düdüğüne var gücüyle asılmış ama adam oralı bile olmamış.
Tren, içindeki 400 yolcuyla son sürat raylar üzerindeki adama yaklaşırken Temel düşünmeye başlamış: Adama çarpsam mı, yoksa treni raydan mı çıkarsam?
Karar veremeyince, arka tarafa geçip yolculara sormuş, ne yapması gerektiğini.
Yolcular ‘adama çarpmasını’ tavsiye etmişler. Ertesi gün gazeteler ‘Raydan çıkan tren adama çarptı: 401 ölü’ başlıklarıyla yayınlanmış.
Şans eseri kurtulan Temel mahkemeye çıkarılmış.
Hákim sormuş: Kaza nasıl oldu?
Temel başı önde yanıtlamış: Her şey adamın raylardan atlayıp, tarlaya doğru kaçmasıyla başladı!