Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Modern polisler yönetici olsaydı

HRANT Dink cinayeti soruşturmasının ortaya çıkardığı gelişmeler birçok kişide “Yeterli istihbarat yapılmış olsaydı bu cinayet önlenebilirdi” kanaatinin uyanmasına yol açtı.

Eski bir bombalama olayından sabıkalı bir kişinin kentte etrafına topladığı bir grup gence atış talimleri yaptırdığının nasıl olup da gözden kaçtığı açıklanmaya muhtaç bir durum.

Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay, Milliyet’e yaptığı açıklamada bu durumdan “AB uyum yasalarını” sorumlu tutuyor.

“AB uyum yasaları çerçevesinde birtakım düzenlemeler yapıldı. Geçmiş dönemde istihbarat görevlileri bu tür konularla ilgili istihbari nitelikte takip ve delillendirme çalışmaları yapabilirlerken yeni mevzuat değişikliğiyle bunlar ancak mahkeme kararıyla yapılabilir hale geldi.”

Emniyet Müdürü’nün bu görüşlerine katılabilmek mümkün değil.

Eğer AB yasaları suçluların takibini ve suçun önlenmesini güçleştirici olsaydı şu anda Avrupa Birliği ülkeleri bir “suç cenneti”ne dönüşmüş olurdu.

Böyle bir durum yok.

Hatta tam tersine, örgütlü suçlar ve terör suçlarının önlenmesi açısından AB üyesi olmayan öteki ülkelerden çok daha iyi durumdalar.

Öte yandan şunu da söylemek mümkün: Türkiye’de bugüne kadar hangi mahkeme polisin “izleme” isteğini geri çevirdi?

Sorun esas olarak bazı polis yöneticilerinin günün gereklerine kendilerini uyduramamış olmalarından kaynaklanıyor.

Eski çağdışı yöntemlere duyulan özlem ile birleşen bu durum yukarıdaki yakınmayı ortaya çıkarıyor.

Emniyet teşkilatımız içinde modern araştırma ve takip yöntemlerini öğrenmiş ve bunları başarıyla uygulayan polislerin sayısı artıp, yönetime de bu tür modern eğitimli polisler geçtikçe bu yakınmanın gerçeği yansıtmadığı da ortaya çıkacak.

Sorun sadece Trabzon’da değil

HRANT Dink’in katilinin Trabzonlu olması, Rahip Santoro’nun da Trabzon’da benzer bir cinayete kurban gitmiş olması dikkatleri bu kente çekti.

Gazetelerdeki haberlerin bir bölümünde bu sorunun yanıtı aranıyor: Trabzon’da neler oluyor?

Bunu “Ağaçlar yüzünden ormanı görememek” deyişinde anlatılan duruma benzetiyorum.

Şunu söylemek mümkün: Türkiye’nin başka yerlerinde neler oluyorsa, Trabzon’da olan da o.

Sorunun yalnızca Trabzon’da olduğunu düşünmek yanıltıcı olur.

Suça eğilimli ve suç örgütlerinin tuzağına düşmesi kolay işsiz genç kitlelerden söz ediliyor.

Bunlar hangi kentimizde yok?

Farklı görüşlere tahammülsüzlükten, şiddet eğilimlerinden söz ediliyor.

Hangi kentimizde bu sorunlar yok ki?

Sorun en temelinde eğitim sistemimizden başlıyor.

Çocuklarımıza hoşgörüyü, farklılıkları saygı ile karşılamayı öğretemiyoruz.

Çünkü esasen bu dehşet tablosu doğana kadar bunu yapamadığımızın farkında bile değildik.

Beğenilmeyen görüşler ile şiddet aracılığıyla mücadele etmeyi o kadar içselleştirdik ki şimdi bunun bedelini ödüyoruz.

İki olayda katil Trabzonlu diye resmin tümünü görmemize engel olacak bir körleşme yaratmayalım.

Yaşar Kemal yine yanılıyor

YAŞAR Kemal, Agos Gazetesi’ne başsağlığı ziyaretinde bulunduktan sonra yaptığı açıklamada “Dünyanın hiçbir memleketinde Türkiye’deki kadar ırkçılık kalmadı” dedi.

Üzüntüyle söylenmiş sözler belki bunlar ama gerçeği yansıtmıyor.

Dünyanın her yerinde, en medeni saydığımız ülkelerde bile ciddi bir ırkçılık tehlikesi var.

Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da, Danimarka’da, Finlandiya’da, Sırbistan’da, Bulgaristan’da, Romanya’da, Yunanistan’da…

Listeye yüzlerce ülke adını ekleyebilirim.

Ve ırkçılık konusunun temellerine inecek olursak belki de bu ülkeler arasında en masumu biz çıkarız.

Örneklerini her gün bu ülkelerin parlamentolarında, sokaklarında, spor sahalarında gördüğümüz bir sorun bu.

Dazlak saldırılarında yakılan evlerde ölenleri, sokaklardaki meydan dayaklarında yok olup giden canları, spor sahalarında acımasızca atılan tekmeleri ve küfürleri, sırf sakallı bir Arap olduğu için uçaklardan indirilenleri unutmayalım.

“Irkçılık bir tek bizde kaldı” kompleksine kapılmak, bunun evrensel bir sorun olduğu gerçeğini görmemize engel olabilir.

Bu en temelinde bir insanlık sorunudur.