BİR general ile kardeşi arasındaki son derece kişisel bir telefon görüşmesinin kaydedilerek Fethullahçıların Zaman Gazetesi’nde yayımlanmasını eleştirdiğim bir yazı yazmıştım.
Emniyet içinde yuvalanmış bir çetenin, Anayasa tarafından teminat altına alınmış haberleşme özgürlüğü de dahil olmak üzere temel kişisel haklarımızı hiçe saydığını, bunun amacının toplumda derin bir korku yaratarak İslamcı faşist bir düzene doğru ilerlemek olduğunu belirtmiştim.
Nazlı Ilıcak, dün Sabah’taki köşesinde bu yazımı eleştirdi. Olabilir elbette, aynı şekilde düşünmek zorunda değiliz. Ama Nazlı Hanım’ı “aydınlatmam gereken” birkaç nokta var.
Ilıcak, yazısında kanunsuz dinlemeler nedeniyle Fethullah Gülen’i sorumlu tutmamam gerektiğini, bu duruma Turgut Özal’ın Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’na koydurduğu bir maddenin izin verdiğini söylüyor.
Bu olaylar nedeniyle Fethullah Gülen’i kişisel olarak suçlamadığını belirteyim önce. Suçladığım Emniyet içinde yuvalanmış Fethullahçı çetedir.
Nazlı Hanım’ın sözünü ettiği kanundan sonra haberleşmenin izlenmesi ile ilgili çok yasa çıktı.
Dinleme izni için güçlü kanıtların varlığı gerekiyor. Mahkemenin izni vermesinden sonra dinleme yapılıyor. Savcılık, eğer dinlemede suç varsa, sadece konuşma kayıtlarının suça konu olan bölümünü iddianamesine taşıyabiliyor. Gerisinin imha edilmesi gerekiyor. Eğer suç yoksa dinleme tutanaklarının tümünün imha edilmesi ve durumun ilgili kişiye bir yazı ile bildirilmesi de kanunun emri.
Buna uyulmuyor ve elde edilen kayıtlar kişileri terörize etmek, toplum içinde farklı tanıtmak gibi amaçlar için kullanılıyorsa, ortada eleştirilmesi gereken bir durum vardır.
O zaman da yasaların neden hep aynı çevre tarafından hangi amaçla çiğnendiğini sorgulamak gerekir.
“Bu yasadışılıklara karşı çıkıyorsan darbecilerden yanasın ya da darbe tehdidini algılayamıyorsun” türü bir suçlamaya ise sadece gülebilirim.
Ben temel insan haklarını ve demokrasiyi herkes için savunuyorum. Siyasi fikirlerini hiç beğenmediklerim de dahil olmak üzere!
Türban bayrağı üçüncü burçta!
BU köşede 16 Temmuz tarihinde TBMM Başkanlık seçimi üzerine yazdığım yazıda şöyle demiştim:
“Öyle görünüyor ki AKP demokrasisinin tek seçicisi Erdoğan’ın önünde yanıtlanması gereken tek bir soru var aslında: TBMM Başkanı’nın eşi türbanlı mı olsun, türbansız mı?”
Sorunun yanıtını önceki akşam aldık: Başbakan, türban bayrağını devletin zirvesindeki üçüncü koltuğa da dikmeye karar verdi!
Köksal Toptan’ın önceki dönemde seçilmesine razı olmasının nedeni, Cumhurbaşkanlığı’na bir türbanlı eşinin seçimi hesaplarının bir sonucuydu.
Şimdi o aşama geride kaldığı için Mehmet Ali Şahin’de karar kılındı.
Köksal Toptan’ın düştüğü durumun, AKP’nin amaçlarına hizmet ettikleri için ve sadece bu süreyle geçici olarak kullanılan zevata ders olmasını dilerim.
Aslında ders alabileceklerine çok da inanmıyorum.
Çünkü koltuk sevdasının gözleri kör etmesi gibi bir yan etkisi var ki kendi başlarına gelene kadar ne için kullanıldıklarını fark edemeyeceklerdir.
Hepsine şimdiden geçmiş olsun dileklerimi ileteyim.
Yandaş medya yetmedi herhalde
TRT tarafından yayımlanan aylık radyo ve televizyon dergisinin hemen başında bir önceki ayın olaylarının fotoğraflar aracılığıyla anlatıldığı bir bölüm var.
Derginin Ağustos 2009 tarihli sayısının 8. sayfasında emekli Orgeneral Çevik Bir’i ifade vermek üzere gittiği Adliye’den çıkarken gösteren bir fotoğraf konulmuş.
Fotoğrafın altına da şöyle yazılmış: “Gündemde Çevik Bir var. Nerede on yıl öncesinin kudreti? Nerede o balans ayarları? Cumhurbaşkanlığı hayalleri ne oldu?”
Akılları sıra 28 Şubat’ın intikamının peşindeler ama bunu bile doğru dürüst yapacak yayıncılık zekáları yok!
Bizlerin verdiği vergiler ile beslenen bir kurumun ve başındakilerin, ellerindeki olanakları işlerini yapmak için değil, kendi siyasi amaçları için kullandıklarının tipik bir örneği.
Çevik Bir hakkında açılmış bir dava yok. Verilmiş bir mahkeme kararı yok. Savcılık bir soruşturma yürütüyor, hepsi bu.
Belli ki dergiye yansıyan, peşin verilmiş bir mahkûmiyet kararının ilk izlerinden başka bir şey değil.
Dergiye baktım, içinde TRT yayınlarıyla, televizyonculuk ya da radyoculukla ilgili hiçbir yazı yok.
Kuran’dan “uzay ayetleri” mi istersiniz, akla ziyan yorumlar mı?
“Askere sivil yargı yolu” başlıklı bir yazı bile var ki sanırsınız hükümet sözcüsü konuşuyor.
Bütçeden ayrılan bunca kaynağa rağmen TRT’nin neden doğru dürüst izlenebilir bir televizyon kanalı kuramadığını bu dergiye bakınca insan daha iyi anlıyor.
Çünkü arkadaşların kafasında iyi yayıncılık yapmak yok, partizanlık var.
Hükümet borazanı medya ve taraflı TRT yayınları yetmiyormuş gibi bir de TRT dergisini bu amaç için kullanıyorlar.