Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?
AKIL alacak bir iş değildi, ama oldu.
Hatırlarsınız, Balyoz davasında bazı belgelerin dijital ortamda sahte olarak üretildiğine ilişkin iddialar vardı ve yine hatırlayacaksınız mahkeme bunların gerçekliğini tartışmadan kararını vermişti.
Dün açıklanan gerekçeli kararda sahteliği iddia edilen belgelerin asıllarının askeri birliklerde bulunduğuna ilişkin bir ifade var. Mahkemeye göre, bu bilgi Genelkurmay tarafından mahkemeye teyit edilmiş. Bu nedenle mahkeme sanıkların aksine iddialarını dikkate almamış ve delillerin gerçekliğini tartışmamış.
Gerekçedeki bu ifadeleri gazetede okuyunca şaşırmıştım.
Bu bilginin, yargılama boyunca sanıklardan ve sanık avukatlarından neden saklandığını anlayamamıştım.
Sanıklardan ya da sanık avukatlarından delillerin saklandığı bir yargılama nasıl olabildi diye hayret etmiştim.
Adil yargılanma hakkı bunu gerektirir çünkü.
Ama dün öğleden sonra şaşkınlığım daha da arttı.
Genelkurmay açıklamasında mahkemenin gerekçeli kararında Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ve Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’te ele geçirilen belgelerin asıllarının ilgili birliklerde olduğu belirtiliyor.
“Bütün dijital belgelerin aslının birliklerde olduğu” değil. Cumhuriyet savcılığının başvurusu üzerine Genelkurmay Başkanlığı’nın yazdığı yazıda, plan seminerinin “Balyoz Güvenlik Harekât Planı” adlı bir bölümünün veya ekinin mevcut olmadığı; ayrıca, “Oraj” ve “Suga” isimli eylem planlarının ise bulunmadığı bildirilmiş.
Ama karar bunlar gerçekmiş gibi verildi.
Öyle görünüyor ki bu dava aslında bitmemiş, yeniden başlayacak.Yoksa amaç da zaten bu muydu?
Son kararı mümkün olduğunca uzatmak ve sanıkları ne zaman biteceği belli olmayan bir tutukluluk süresine peşinen mahkûm etmek miydi?
Demirel de aynı fikirde
“28 Şubat süreci” ile ilgili olarak bir soruşturma açılmasından ve TBMM’de bir araştırma komisyonu kurulmasından beri üç-dört kere aynı şeyi yazdım: 28 Şubat kararlarının alındığı MGK toplantısının tutanakları açıklanmalıdır!
Ama savcılığın bu yönde bir istekte bulunmadığını biliyoruz. Soruşturmayı yürüten savcılık sadece MGK’nın o günkü kararlarını istedi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel dün Milliyet’te Fikret Bilâ’ya verdiği demecinde şöyle diyor:
“Her şey anayasa içinde cereyan etmiştir. 28 Şubat günlü MGK tutanaklarının açıklanmasına hiçbir itirazım olmaz. Eğer açıklanırsa o zaman orada neler konuşulduğu ve nasıl karar alındığı, kimin ne söylediği ortaya çıkar, açıklığa kavuşur. Orada alınan kararların altında herkesin imzası vardır. Tutanaklarda bu da anlaşılır.”
Evet, dönemin en yetkili kişisi de böyle söylüyor: Tutanakları açıklayın.
Tutanaklar açıklanırsa bugün süren tartışmaların çoğundan kurtulacağız:
O gün askerler açıkça bir darbe tehdidinde bulundular mı? Darbe yapabileceklerini ima ettiler mi? MGK’nın sivil üyeleri ne dedi? Başbakan Necmettin Erbakan’ın 28 Şubat tarihli MGK’daki tutumu neydi? Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ne dedi, nasıl bir tutum içindeydi?
28 Şubat kararları denilen kararlar nasıl bir iklim içinde alındı?
Bu bilgilerin yer aldığı tutanakları delil olarak içermeyen bir yargılamanın eksik deliller ile yapılacağı çok açık.
MGK tutanakları gizli de olsa, mahkeme bir yargıç atayarak bu tutanakları inceletebilir, bunun başka örneklerini başka olaylar vesilesiyle yaşadık.
Savcılık tutanakları görmeyi neden istemiyor?
Bu öngörülebilir bir durumdu
İSTANBUL’da okullar dün bir günlüğüne tatil edildi. İstanbul Valiliği bu kararı gece saat 01.00’de aldı.
Bu durumda ne yapmalıyız?
“Aman ne iyi Valimiz sabahlara kadar ayakta, bizi düşünüyor, çalışıyor” diye sevinmeli miyiz?
Yoksa “İyi de bütün gün kar yağacağını sağır sultan biliyordu, Vali bunu gece yarısından sonra mı fark etti” diye üzülmeli miyiz?
Bilemiyorum, ben karar veremedim.
Sabah erkenden yatağından kalkan öğrencilerin çok büyük bölümünün bu karardan haberi yoktu; herkes sabah uyanınca ilk iş radyoyu ya da televizyonu açma alışkanlığına sahip değil çünkü.
O çocuklar sabah yollara döküldü ve sonra geri dönmek zorunda kaldılar.
Ben çocukken kar nedeniyle okullar tatil edilmezdi.
Sabah yürüyerek okula gider, yürüyerek dönerdik. O zaman daha çok kar yağardı ama herkes evinin yakınındaki okula giderdi, sorun olmazdı. Hatta kar yağması büyük eğlence olurdu, dönüş yolunda çantaların üzerine biner kızak yapardık!
Ama özellikle İstanbul artık eskisi gibi değil. Kent büyüdü. Şekilsiz büyüdü. Ara sokaklara kardan, buzdan girip çıkmak zaten zor. Bir de kötü sürücülük buna eklenince ana arterler bile tıkanıyor.
Bunu bilmek, kar yağdığında ne olacağını görmek zor değil.
Bunun için gece 1’i beklemek neden gerekti?
NOT: Neyse ki, bugünkü tatili erken duyurdular.