Onca yol gittim kendimden kaçamadım!
PAUL Auster’in dünyada ilk kez Türkiye’de yayımlanan “Kış Günlüğü” isimli yaşamöyküsünden sizlere geçenlerde söz etmiştim.
Orada sigara içtiği için gece yarıları tutan öksürük nöbetlerinden söz ederken bir arkadaşından anekdot da aktarıyor.
Arkadaşı da çok sigara içtiği için sürekli öksürürmüş ve “Bu kadar öksürdüğü halde neden sigarayı bırakmadığını” soranlara şu yanıtı verirmiş: “Öksürmeyi seviyorum!”
“Sevmek” dediğiniz de zaten böyle bir şeydir. Kötü bir yönü var diye sevdiğinizden vazgeçmeniz kolay değildir. Tabii ben bunu sigara içenler için söylemiyorum, üzerlerine alınmasınlar ve sigarayı bıraksınlar, o ayrı bir mesele!
Geçtiğimiz hafta sonunda “uzatılmış bir hafta sonu tatili için” dünyanın öbür ucuna, Sibirya’ya gidip geldim. Perşembe gece yarısı yola çıktım, salı sabah erken saatte işimin başındaydım!
Bazı arkadaşlarım “Bu kadar yorgunluğa değer mi” diye takılıyorlar, benzer mesajlar bazı okuyuculardan da geldi, bunu açıklamalıyım.
Çizgi roman kahramanı denizci Corto Maltese kendisine sorulan “Yolculuk nereye?” sorusuna hep aynı yanıtı veriyordu: Uzağa. Sanıyorum ki ona özeniyorum biraz.Fırsat bulduğum her anda kendimi bir uçağa ya da trene atarak uzaklara gitmek elbette biraz yorucu ama Auster’in arkadaşı gibi yanıtlayabilirim: Bu yorgunluğu seviyorum!
Baudelaire, “19. yüzyıl bilgeliğinin onca sıklık ve onca hoşlukla sayıp döktüğü çok sayıdaki insan hakları arasında çok önemli iki tanesi unutulmuştur, bunlar çekip gitme ve kendini yadsıma hakkıdır” diye yazmış. Daha önce de söz etmiştim bundan.
Çekip gitmek aslına bakarsanız kolayca başarılabilecek bir şey ama kendini yadsımak o kadar kolay bir durum sayılmaz diye düşünüyorum.
İnsan nereye kaçarsa kaçsın, kendisinden kaçamaz, bunu biliyorum. Eski bir karikatürde, dünyaya gelmiş bir uzaylıya bir adam şöyle sesleniyordu: “Hey dostum, bu kadar yol geldin, kendinden kaçabildin mi bari?”
İşte o iş o kadar kolay değil. Beyninizi ve kalbinizi yanınızda taşıdığınız sürece ne onların içindeki düşüncelerden ne de o düşüncelerin insan ruhunda yaratabileceği sorunlardan kaçabilirsiniz.
Ama öte yandan şunu da unutmamak gerek: Özgürlüğünüzü yanınızda taşıyabilirsiniz. Ve hiç ait olmadığınız bir ülkede, karların üzerinde yürürken kafanızda sizi tutsak eden düşünceler olsa bile özgürlüğünüz de cebinizdedir.
İsterseniz sabahın köründe bir tek votka atabilirsiniz, bunun için kimseye hesap vermeniz de gerekmez. Otomobille yolculuk yapmadığınızı varsayıyorum tabii!
İçindeki bütün eşyalara yabancı olduğunuz bir otel odasından haz alabilirsiniz. Kurulandığınız havluyu bir köşeye fırlatmak gibi bir özgürlüğün tadını çıkartırsınız.
Hiç kimsenin sizi tanımadığı bir barda oturup, bir daha hayatınız boyunca göremeyeceğiniz insanlarla çok özel meselelerinizi bile konuşabilirsiniz. Ya da konuşmazsınız, öylece oturursunuz, size kalmış!
“Turist olmak” iyidir, “turistik” lokantalardan mümkün olduğunca uzak durmak kaydıyla tabii!
Onun için “Nereye?” diye soranlara Corto Maltese gibi “uzağa” yanıtını veriyorum. Özgürlüğümü taşıyabileceğim kadar uzağa!
Size de öneririm. Bir yandan her gün yeni bir tatsızlıkla karşılaştığımız bir ülkede yaşayıp, diğer yandan toplumun ve ailelerimizin bizlerden beklediklerini yerine getirmeye çabalarken, kendinize ait bir özgürlük alanı bulunduğunu hatırlamak ve o özgürlüğü yaşamak iyi geliyor.
Gerçi sanal bir çekip gitme durumu bu ama çekip gidebiliyorsunuz, ne kadar uzağa giderseniz gidin kendinizden kaçamıyor olsanız da!
En başından beri halkı kandırdılar
İHALESİ iptal edilen ve Ulaştırma Bakanı’nın açıklamasına göre “her koşulda yapılacağı” belirtilen Üçüncü Boğaz Köprüsü için bir gerekçe daha bulundu.
Sabah’ın haberine göre köprü mutlaka yapılmak zorundaymış, çünkü birinci köprü bir yıl süreyle bakıma alınıp, bütün halatları değiştirilecekmiş. Üçüncü Köprü, kent içi trafiğin felç olmaması için elzemmiş, trafik buraya kaydırılacakmış! Böylece bize daha önce doğru olmayan bir şeyler söylendiği de ortaya çıkmış oluyor.
Hatırlayacaksınız üçüncü köprünün transit trafik için yapılacağı açıklanmıştı. Kent içi ulaşım için düşünülmüyordu, çünkü çevre yollarının su kaynaklarını ve ormanları yok etmesi istenmiyordu.
Peki, şimdi bu transit köprü, nasıl olup da trafiği rahatlatacak? Yanıtı belli: Yapılmayacağı söylenen yollar yapılacak, kent bir de kuzeye doğru genişleyecek, ormanlara ve su kaynaklarına veda edeceğiz! (Zaten transit geçiş köprüsü en başından beri palavraydı, çünkü köprülerdeki transit trafik, toplam trafiğin yüzde 2’sini ancak buluyor.)
Karayolları 1995 yılından beri Boğaz’a üçüncü bir karayolu geçişi için çalışıyor.
Boğaz’da tespit edilen 6 geçiş noktası, kentin gelişimi, orman ve su kaynaklarının korunması açısından bu çalışmalarla değerlendirildi.
Ve Marmaray ile birleşecek, üzerinde raylı geçişe de olanak verecek bir köprünün doğru seçim olduğuna karar verildi. Köprünün bu nedenle mevcut iki köprü arasında yapılması planlandı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da zaten dün Sabah’taki demecinde Karayolları’nın kuzeydeki geçişi tercih etmediğini, ama Başbakan’ın kuzeydeki köprüyü tercih ettiğini söylüyor.
İşin sırrı aslında 2B arazilerinde yatıyor!
Artık 2B’ler üzerindeki koruma da kalktığına göre buraları daha önceden ucuza kapatanlar, yeni köprü yolları ile kuzeye doğru gelişecek kent nedeniyle büyük arazi rantları elde edecekler.
Muhalefet partileri boş çene yarışı ile vakit kaybedeceklerine, bu arazilerin kimler tarafından, hangi tarihlerde alındığını bulup ortaya çıkartsalar da bu ısrarın nedenini ve kimleri zengin edeceğini hep birlikte öğrensek.