ANKARA’daki Deniz Feneri soruşturmasını başından beri dikkatle izliyorum.
Soruşturmanın ağır yürümesi ile ilgili eleştirilerim oldu, bunu bu köşede sıkça dile getirdim.
Ama bu soruşturmada savcılığın ve polisin bazı uygulamaları da var ki onları da takdir etmemek mümkün değil.
Bir kere hazırlık soruşturmasının gizliliği ilkesine sıkı sıkıya uyuldu.
Soruşturma ile ilgili o kadar az bilgi sızdı ki bu kadarı da normal sayılmalı.
Belli ki savcılıkta da, poliste de bu işe bakan kişiler kanunların üzerlerine yüklediği sorumluluğun farkında ve bilincindeler. Bunu daha önce de yazmıştım.
Dün gazetelerde okumuşsunuzdur. Deniz Feneri soruşturması ile ilgili olarak İstanbul’da derneğin kurucu başkanı da olan ve aynı isimli programın sunuculuğunu da yapan Uğur Arslan ile birlikte 4 kişi daha gözaltına alınıp, Ankara’ya götürüldüler.
Böyle durumlarda başka soruşturmalarda rastladığımız gibi ifadesi alınacak kişiler bir otomobile tıkılıp götürülmediler.
Havaalanına polis nezaretinde gittiler, medeni bir şekilde uçağın saatini beklediler ve uçakla Ankara’ya gittiler.
Ellerine kelepçe takılmadı, hatta sunucu Uğur Arslan havaalanında hayranları ile birlikte fotoğraf bile çektirme fırsatını buldu.
Sanıkların kaçmasından kuşkulanılmadı, onlar da böyle bir işe teşebbüs etmediler ve medeni bir şekilde savcılığın talimatı yerine getirilmiş oldu.
Demek ki insanları toplumun içinde küçük düşürmeden de bu işlemler yapılabiliyormuş, kelepçelere, itiş kakışlara gerek kalmayabiliyormuş.
Ülkemizin başka yerlerine de örnek olacak bir uygulama bu.
Ertuğrul Firkateyni destanı
ERTUĞRUL Firkateyni 1890 yılında Japonya’dan dönüş yolunda geçirdiği bir kaza sonunda battı.
Türk denizcilik tarihinin en önemli olaylarından biri olarak kabul ediliyor.
Ne yazık ki yazı-çiziyle başı pek hoş olan bir millet değiliz, bu olayla ilgili tanıklıklar da son derece sınırlı.
Geminin kazada şehit olan komutanı Osman Paşa’nın Japonya’dan ağabeyine yazdığı mektuplar, şehit gemi süvarisi Yarbay Ali Bey’in eşine yazdığı mektuplar ve kazadan kurtulan Bartınlı denizci Ahmet Erkış’ın çok kısa bir röportajından başka elimizde birinci el bilgi bulunmuyor.
Bildiklerimizin çoğu, kazadan kurtulan gemicilerin ailelerine anlattıkları ve onların bir bölümünün daha sonra bu anıları aktarmalarından ibaret! Birinci elden bilgi olmadığı için de ne kadar güvenilir olduğu tartışılır bilgiler.
Atlas Tarih dergisi, bu ay yayımlanan sayısında verdiği bir kitap ile bir başka anıyı gün ışığına çıkarıyor.
Geminin kazadan kurtulan serdümeni Ali Hakkı Efendi, yolculuğun başından kazaya ve kazadan sonra İstanbul’a dönüşe kadar tuttuğu hatıralarını bir destan şeklinde kaleme almış.
Araştırmacı M. Sabri Koz’un aylar süren titiz bir çalışma ile Osmanlıca orijinalinden çevirdiği bu destanın yer aldığı kitapta, Deniz Müzesi Arşivi, Prof. Dr. Nobuo Misawa’nın arşivi, araştırmacı Ekrem Saltık’ın arşivi ve Denizler Kitabevi’nin arşivinde bulunan fotoğraflardan bir seçki de yer alıyor. Sualtı arkeoloğu Tufan Turanlı’nın Ertuğrul batığında bulduğu tarihi parçaların fotoğrafları kitabı görsel olarak daha da zenginleştiriyor.
Türk-Japon ilişkilerinin başlangıcı sayılan Ertuğrul Firkateyni’nin yolculuğu ve talihsiz kazası ile ilgili yepyeni bir kaynak bu.
Atlas Tarih, bu ay gerçekten çok değerli bir eseri kültürümüze kazandırmış, haberiniz olsun istedim.