Tarihle yüzleşirken bugünü de unutmayalım
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisine “Hitler” benzetmesi yapmasına çok kızdı. Eline 1932 ve 1941 yıllarında yayımlanmış iki gazete alarak kürsüye çıktı ve “Hitler sevdalısı arıyorsan CHP tarihine bak” dedi.
Almanya’da Hitler’in, İtalya’da Mussolini’nin iktidara geldikleri dönemde Türkiye’de de CHP’nin tek parti hükümeti vardı. O bakımdan CHP’li “Milli Şef” ile “Führer”in ve “Duce”nin, devletlerarası ilişkiler nedeniyle birbirleriyle temas etmelerinde bir gariplik yok. Zaten bu bir “tercih” konusu da değil o dönemde.
Ama günümüzde böyle konularda tercihte bulunabilmek mümkün!
Çünkü şimdi biliyoruz ki soykırım en iğrenç insanlık suçlarından biri, ırkçılık deseniz gerçekten yüz kızartıcı bir durum.
Ve ne yazık ki ülkemizin Başbakanı’nın şu anda böyle bir suçu işlediği iddia edilen yakın bir arkadaşı var, hatta belki de dünyadaki tek dostu!
Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir’den söz ediyorum. Hakkında “soykırım, insanlığa karşı suç ve Darfur’da savaş suçları” işlediği gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından verilmiş bir tutuklama kararı olan görevdeki tek devlet başkanı!
200 binden fazla kişinin ölümünden, milyonlarca kişiye etnik temizlik yapılmasından sorumlu tutuluyor.
Sabah dün Başbakan’ın elindeki eski gazeteyle çekilmiş fotoğrafını birinci sayfasına koyup şöyle bir başlık atmıştı: “CHP’yi tarihiyle yüzleştirdi!”
Ben de Başbakan’ı “bugünüyle” yüzleşmeye davet ediyorum.
“Kendi halkını öldüren” Kaddafi ve Esad ile olan eski dostluğunu “tarihte kalmış” kabul ederek!
Daha fazla ‘müdahil’ gerekiyor
12 Eylül’ün hayatta kalan iki darbecisinin yargılanmasına başlandı. Bu davanın 12 Eylül rejimi ile toplu bir hesaplaşma sonucunu doğurması, iddianame nedeniyle mümkün değil.
Belki gelecekte bir ek iddianame ile Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren cinayetler serisi ve darbe sonrasında işlenen insanlık suçları da davanın kapsamına alınır.
Davaya 476 kişi ile 18 dernek, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu müdahil olmak için başvurdu.
Abdi İpekçi ve Doğan Öz’ün aileleri, yaşı küçültülerek idam edilen Erdal Eren’in yakınları da müdahiller arasında.
Benim dikkatimi çeken “müdahil” Bahçelievler katliamı hükümlüsü Haluk Kırcı oldu.
Acaba bu davaya müdahil olmasının nedeni “Beni kullandılar, insanları öldürttüler, bu durum da açığa çıksın” düşüncesi mi?
Aslına bakarsanız, bu davaya müdahil olmak üzere müracaat edenlerin sayısının 476’da kalması da tuhaf! 12 Eylül’de işkence gören, işinden gücünden edilen, suçsuz yere hapishaneye tıkılanlar ve yakınları da bu davaya müdahil olmalıydı. Böyle olabilseydi, belki iddianamenin eksik bıraktığı suçların cezalandırılması için bir hukuki yol da açılmış olurdu.
Tempo’nun Yazı İşleri Müdürü Cemal Subaşı ile dün aslında onun da müdahil olması gerektiğini konuştuk.
Bakın Cemal’in 12 Eylül öyküsü şöyle:
“Babam sendikacı (DİSK) olduğu için (12 Eylül’den kısa bir süre önce silahlı saldırıya uğramış ve 8 kurşun yemişti) 12 Eylül darbesinde yaralı halde cezaevine konuldu. O halde işkence gördü. 8 ay sonra salıverildi ama haftanın üç gününü evde, 4 gününü meşhur 1. Şube’de geçirdi. Ve ben bunları 8 yaşında bir çocuk olarak yaşadım. Evin basıldığını, her yerin arandığını gördüm. Babama kelepçe takıldığına şahit oldum. 8 yaşında parasızlık nedeniyle bir ayakkabıcıda çalışmaya başladım. Aynı zamanda okula gidiyordum. Sürekli ev değiştirdiğimiz için ilkokulu üç okulda ve sayısını hatırlayamadığım kadar öğretmen değiştirerek bitirdim.”
Cemal’in yaşadıklarını milyonlarca çocuk yaşadı. Onların da bu davaya müdahil olmaları gerekmiyor mu?
Mustafa Balbay’a eziyet etmeyi bırakın
GAZETECİ Mustafa Balbay’ın “karşılıklı kabulle benzer durumdaki tutuklular ile 2 katlı normal bir koğuşta kalmak” isteği Silivri Cezaevi yönetimi tarafından uygun bulunmadı.
Gerekçe şu: “İşlemiş olduğu suç grubu ve tutuklunun konumu buna müsait değil.” Belli ki cezaevi yönetimi ile “mahkeme” arasında telepatik bir bağlantı var. Henüz yargılanması bitmemiş, hakkında sadece suç isnadı olan bir kişinin talebinin “işlediği suç” öne sürülerek reddedilmesi bana bunu düşündürtüyor.
Mustafa Balbay, henüz “tutuklu” sıfatını taşıyor, yargılanması bitmediği için isnat edilen suçu işleyip işlemediğini bilmiyoruz, buna mahkeme karar verecek.
Mahkemenin kararını verene kadar da tutuklu bile olsa “masum” sayılmalı ve tutuklu bulunduğu sürenin cezalandırmaya dönüşmemesi hedef olmalı.
Mustafa Balbay, kendi isteği ile “hücrede” tutukluluğu devam ettiği ileri sürülen bir insan. Ama her şey gösteriyor ki böyle bir isteği de olmamış! Kendi başına hücrede yatmak isteyen insan neden böyle bir dilekçe versin?
Öte yandan Mustafa Balbay, milletvekili de seçildi. Zaten cezaevinde tutulmaya devam edilmesi bile başlı başına bir sorun iken bir de hücrede tecrit edilmesi hangi vicdana sığıyor?
Cezaevi yönetiminin de, savcıların da Mustafa Balbay’ı sevmesi gerekmiyor. Sadece onun bir insan olduğunu, hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmadan tutuklu bulunduğunu düşünmeleri yeterlidir. Ve tutukluluğuna ilaveten bir de tecrit cezasına tabi tutulması uygulamasına artık bir son verilmelidir.