Örnek pek uymadı ama…
ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin, tezkerenin kabulünden sonra “asker göndermeyin” çağrısı yapan ABD Başkanı Bush’a yanıt verdi.
“Bizi bu konuda eleştirenler, Afganistan’da ne aradıklarını izah etmelidirler” dedi.
Dün bu yazının yazıldığı saate kadar Bush’un, Mehmet Ali Şahin’e bir yanıt verip vermediği belli olmamıştı. Ama eğer bir yanıt verecekse eminim şöyle diyecektir:
“Türkiye, Afganistan’da ne arıyorsa, biz de onu arıyoruz!”
Hatırlayacaksınız, Afganistan’a yapılan “uluslararası” müdahalenin gerekçesi, Taliban rejiminin, El Kaide ile organik bir bağlantısının bulunduğu ve bu örgütün Afganistan’da üslendiği iddialarıydı.
Ve yukarıda da vurguladığım gibi bu uluslararası bir harekáttı ve Türkiye de NATO çerçevesinde bu harekáta katıldı.
Yani ABD’nin orada bulunma nedeni neyse, bizim de orada bulunmamızın nedeni aynı ve bu uluslararası bir görüş birliğinden kaynaklanıyor.
Türkiye’nin, gerekçesi aynı da olsa Kuzey Irak’a müdahalesi konusunda ise böyle bir ortak karar yok.
Yani Afganistan örneği, doğru bir örnek değil.
İlle bir örnek vermek gerekiyorsa, ABD ve İngiltere’nin, Irak’ta ne aradığını sormak daha doğru olurdu.
Hükümet yetkililerinin, uluslararası konularla ilgili ilk akıllarına geleni söylemeden önce Dışişleri Bakanlığı’na bir danışmalarında yarar var.
İki aşk şarkısının düşündürdükleri
GEÇENLERDE elime geçen eski bir dergide “Son 50 yılın en iyi iki aşk şarkısı” başlıklı bir haber okudum.
Biri Seal’in “Love’s Divine” isimli şarkısı, diğeri ise Rosey’nin “Love” isimli şarkısı.
Rosey’nin şarkısını Bridget Jones Diary filminden de hatırlayabilirsiniz.
Bu durum müzik zevkimin “çok ortalama” olmasından mı ileri geliyor, yoksa “ben bu işten anlıyorum” mu demeliyim, bilemiyorum ama her iki şarkı da iPodumda kayıtlı.
Dergideki haberi okuyunca bu şarkıları “en iyi yapanın” ne olduğunu düşündüm ve tekrar tekrar dinledim.
Her iki şarkı da geçmişinde aşk konusunda hatalar yapmış insanlara hitap ediyor gibi geldi bana.
Seal’ın şarkısı “I need love,loves divine / Please forgive me now I see that I’ve been bilind / Give me love, loves is what I need to help me know my name” (Aşka ihtiyacım var, aşk kutsal / Lütfen affet beni şimdi görüyorum ki körmüşüm / Bana aşkı ver, ismimi bilmeme yardım edecek olan şey aşk) diye anlatıyor.
Rosey ise “Love, I’m so different than before” (Aşk, ben öncekinden çok farklıyım) diye adeta özür diliyor.
Aragon’un “mutlu aşk yoktur” önermesini hatırladım şarkıları dinlerken.
Bizim şarkılarımızın çoğu da hep giden ve kaybedilen bir aşkın ardından yazılmış ağıtlara benzer zaten.
“Gidenin arkasından ağlamadan önce, elimizdeyken değerini iyi bilebilseydik acaba hiç aşk şarkısı olmayacak mıydı” diye sormadan edemiyorum.
Güç olan yeni
bir yaşama başlamaktır
SERGEY Yesenin, 1925 yılında bir otel odasında bileklerini kestiğinde arkasında şöyle bir şiir bırakmıştı:
“Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm / Ama pek öyle yeni bir şey sayılmaz, yaşam da.”
Mayakovski’nin, Yesenin’in ölümü nedeniyle üzüntü içindeyken yazdığı yanıt da şöyleydi:
“Şu yaşamda en kolay iştir ölmek / Yepyeni bir yaşama başlamaktır asıl güç olan.”
Edebiyat tarihinin en unutulmaz iki aşkını yaşayan iki kadının, aynı evde büyümüş iki kız kardeş olması bir tesadüf olabilir miydi diye düşünürüm hep.
Elsa Triolet ve Lili Brik’ten söz ediyorum. Elsa, Aragon’un ilham perisiydi ama aynı zamanda büyük bir yazardı da.
Lili ise, Mayakovski’nin hiç bitmeyen aşkıydı. Lili’nin kocası Ossip Brik ile aynı evi ve aynı kadının aşkını paylaşmıştı. Lili, Mayakovski ile seviştiğini açıklayınca üçü oturup yaşamlarının sonuna kadar birbirlerinden ayrılmamaya karar vermişlerdi.
Sizlere bugün Mayakovski’nin, Lili Brik’e yazdığı mektuplardan oluşan bir kitabı önereceğim. (Lili Brik’e Mektuplar, Vladimir Mayakovski, Çeviren: Bertan Onaran, Zigana Yayınları.)
Mayakovski, Rus Devrimi’nin zor şartları altında oradan buraya propaganda için dolaşıp dururken, gittiği her yerden Lili’ye bir mektup yazmış. Mektup yazacak fırsatı bulamadığında da bir küçük kart. “Kedicik” diye hitap ettiği sevgilisine yazdığı mektupları da “senin köpeğin” anlamına gelen değişik Rusça kelimelerle imzalamış.
Bu mektuplar, yaşamının merkezinde devrim ve aşkı bir arada tutmayı başarabilen bir büyük şairin, aşkı nasıl algıladığını da ortaya koyuyor.
Yazımın başında Radikal Kitap’tan aktardığım şiir de bunu ortaya koyuyor zaten. Mahmut Temizyürek’in yazısında Mayakovski’den bir alıntı daha var: “Aşk benim için her şey midir? Her şey ama başka bir biçimde! Aşk, bir yaşamdır. İşte bu en önemlisi. Şiir, iş, kısaca her şey buna bağlı. Aşk her şeyin kalbi! Bu kalp ölünce her şey ölüp gider. Ama yürek çalışırsa, her şey üzerine konuşulabilir. Yüreğimin çalışmasından yoksun kalırsam ölürüm.”