Öylesine soruyorum, yanıt gelmez biliyorum
ŞİKE soruşturması ile ilgili olarak Emniyet’in elinde bulunan belgeler, bir savcı tarafından tasnif edildi ve Futbol Federasyonu’na teslim edildi.
Bu belgeler sanıklar ve avukatları tarafından görülemedi, çünkü hazırlık soruşturması gizli.
Ancak iddianame yazılıp, mahkeme tarafından kabul edilirse bunların neler olduğunu öğrenebileceğiz.
Bununla ilgili olarak yazdığım yazıda savcının bu tasnifi neye göre yaptığını, sanıkların lehine olan delilleri de araştırıp, bu dosyaların içine koyup koymadığını sormuştum.
Tabii ki bir yanıt alamadım.
Ama bu işin nasıl yapıldığını Balyoz Davası’na bakarak tahmin edebiliriz.
Bu dava nedeniyle tutuklu bulunan emekli general Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan’ın internet sitesinde daha önce yazdığı bir yazı bu konuda bir fikir sahibi olmamıza izin veriyor.
Biliyorsunuz Balyoz davasının ilk savcısı ile şike soruşturmasının savcısı aynı kişidir. Kendisini Hanefi Avcı’ya açtığı davadan da hatırlayacaksınız.
Söz konusu savcının soruşturmada aktif olduğu dönemde iki önemli şey oldu.
Birincisi şüphelilerin lehine olan bir bilirkişi raporu Adliye’de izini “kaybettirdi”, ikincisi sonradan üretilmiş sahte belgeler üzerinden dava açılmış olması ihtimalini gösteren yazışmalar nedense Adli emanete alındı, mahkemeden saklandı.
Hatırlayacaksınız 11 No’lu CD olarak bilinen “kanıt”ta yer alan bilgilerde o tarihte kurulmamış şirketlerden, o tarihte bazı şirketlerde ve kamu kuruluşlarında çalışmalarına olanak olmayan isimlerden söz ediliyor!
Acaba savcılık bu alışkanlığını soruşturma ile ilgili evrakı ayıklayıp, Federasyon’a gönderirken terk etti mi?
Öylesine soruyorum işte, yanıt alamayacağımı bildiğim halde!
Heykel düşmanlığı bu kez Trabzon’da
TRABZON’da doğmuş, yetişmiş ve önemli hizmetlerde bulunmuş kişilerin büstleri kaldırılmış!
Hürriyet’teki habere göre kaldırılan büstler arasında Sebahattin Eyüboğlu’ndan, Hasan İzzettin Dinamo’ya kadar birçok tanınmış şahsiyet var. Büstü kaldırılanlardan birisi de Osmanlı din bilginlerinden İbrahim Cudi Efendi.
Bu isimleri veriyorum ki büstlerin tek bir dünya görüşünü yansıtan eserler olmadığı daha iyi ortaya çıksın.
AKP’li Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu bu büstleri önce “Şehir parkını düzenliyoruz” diye kaldırmış, şimdi de “Bir daha yerlerine koymayacağız” diyor.
“Şehrin sanat komisyonlarından ve belediye meclisinden geçmeden kimse kafasına göre istediği yere heykel dikemez” diye de ekliyor.
Gümrükçüoğlu Bey’i gereksiz bir çaba içinde görüyorum.
Belli ki heykeldi, büsttü gibi şeylerden hazzetmiyor. Olabilir, partisinin başkanı ile demek ki aynı düşünüyor ki bu onun için lehte bir puan da sayılmalı.
Ama böyle gerekçeler üretmesine ne gerek var anlamıyorum.
Çık adam gibi “Ben heykel sevmiyorum kardeşim” de, kurtul.
Ne gerek var “Sanat kurulundan, belediye meclisi kurullarından geçecek” gibi büyük sözler söylemeye.
Trabzon’da sanki her şey böyle kurullardan geçiyor da ondan sonra yapılıyormuş gibi yapma!
103 yıl geçmiş ama hiç geçmemiş gibi!
DÜN 24 Temmuz’du, yani Türk Basınında Sansürün Kaldırılışının 103. Yıldönümü. Buna “Basın Bayramı” da deniliyor, biliyorsunuz.
Türk basınında sansürün kaldırılışının 103. yıldönümünde manzara-i umumi şöyle:
Basın özgür ama “kanunlar dairesinde”!
Şu anda sadece gazetecilik faaliyeti nedeniyle açılmış üç binden fazla dava devam ediyor.
Öte yandan kanunları eğip, bükerek gazetecileri baskı altına alma işi de olanca hızıyla sürüyor.
Birilerine “dokunan yanıyor”, birilerini eleştiren layığını buluyor!
Polisin ya da savcılığın “bu gizli örgüt üyesi” demesi yazdıklarınız nedeniyle hapse girmenize yetiyor. Aylarca cezaevinde kalıyorsunuz, neyle suçlandığınızı bir türlü öğrenemiyorsunuz!
Hatta bu gazeteciler arasında, özel telefon konuşmalarının basına sızdırılması nedeniyle savcıya dava açan birisi bile var!
“Vay sen misin tazminat davası açan” denilerek o gazeteci, bizzat o davalı savcı tarafından sorgulanıyor ve tutuklanıyor. Altı aydır da hapiste!
Yazılan bir kitap nedeniyle hapse girebileceğiniz gibi, henüz yayımlanmamış bir kitap nedeniyle bile hapse girebilirsiniz.
“Üst yönetim siyaset yazmanı istemiyor” gerekçesiyle siyasi baskı altında yazıları kısıtlananlar da cabası!
Sansürün kaldırılmasının üzerinden hesapta 103 yıl geçmiş ama, sanki hiç zaman da geçmemiş gibi geliyor bana!