Polis ve savcı mahkemenin yerine geçmemeli
İSTANBUL Emniyet Müdürlüğü’nde görevli ve KCK soruşturmasını yürüten 10 polis daha görevlerinden alınarak başka yerlere atandılar.
Atamaların MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılmasına neden olan soruşturma ile ilgili olduğu konusunda herkes hemfikir.
Sürecin şöyle geliştiğini de artık biliyoruz: Polis, KCK ile ilgili operasyonlar sırasında bazı MİT muhbir ve köstebeklerinin de suça karıştıklarına ilişkin bilgi ve belgelere ulaştı.
Bunları görmezden gelmedi, savcılığa iletti. Savcı da suçun varlığına kanaat getirdi ve ifadeler için harekete geçti.
Sonrasını da biliyoruz: Savcı görevden alındı, önce polisteki şube müdürleri sonra da 10 polis görevden alındı. TBMM’de, yürümekte olan soruşturmaları da kapsayacak şekilde MİT yöneticilerinin koruma zırhına alınmasına yönelik kanun gündeme getirildi.
Olabilir, siyasi iktidar bir hukuk devletinde örneğine pek rastlanmayacak olsa da yürümekte olan soruşturmaları da kapsayacak şekilde böyle bir koruma zırhına gerek duyabilir.
Bu konuyu çok tartıştık, artık söylenebilecek söz de kalmadı zaten.
Ama polislerin ve savcıların görevden alınmaları ile ilgili olarak temel bir sorunumuz var ve ciddi bir tehlikeye neden oluyor.
Bu da polisin ve savcıların bundan sonra kendilerini mahkemelerin yerine koymaları sonucudur.
Polis, bundan sonra ele geçirdiği bilgi ve belgeleri görmezden gelip gelmemeye kendisi karar verecek demektir!
Oysa onun görevi, bunu yapmak değildir. Ele geçirdiği bilgi ve belgeleri savcıya teslim etmek görevidir ve şimdi bu görevi yerine getiren polisler cezalandırılıyor. Türkiye’de kamu düzeninin işleyişini bilen herkes artık düşünür ki polis bundan sonra önce kendisi bir karar verecek!
Aynı durum savcı için de geçerli. Savcının görevi kendisine ulaştırılan soruşturma evrakında suç unsuru varsa bunu mahkemeye göndermektir, mahkemenin yerine geçip suç içeren belgeleri görmezden gelmek değil.
Her kafadan bir ses çıkıyor ve bu durum “cemaatçi polisler ve savcılar ile hükümet arasındaki çekişmeye” bağlanıyor. Benim için hiç önemi olmayan bir konu!
Kamu yönetiminin düzeni bozuluyor ve hukuk keyfileşiyor. Sorun budur.
Meclis’i çalıştırmayı hatırlamak gerek
TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, Uludere’de 34 sivilin yaşamını kaybettiği “operasyon” ile ilgili insansız keşif uçaklarının kaydettiği görüntüleri izledi.
Milletvekilleri “katırların ayakları bile görünüyordu. Köylülerin bize anlattığı her şey doğru çıktı” diyorlar. Tüm görüntülerde, ölenlerin terörist değil kaçakçı olduklarının açıkça görüldüğünü söylüyorlar.
Bir istihbarat zafiyeti olduğu, görevlilerin işlerini ihmal ettikleri ya da bilerek bu duruma yol açtıkları açık. Yargı süreci doğru işlerse, bunun nedenlerini öğreneceğiz.
Bu noktada önemli olan konulardan biri de TBMM’nin tek görevinin yasa yapmak olmadığını böylece bir kez daha görmüş olmamızdır.
TBMM eğer çalıştırılırsa, yasa çıkarmak dışında da önemli fonksiyonları yerine getirebilir.
Hükümet her fırsatta milli iradeden, TBMM’nin gücünden söz ediyor, ama iş meclisi çalıştırmaya gelince, ipe un seriyor.
Meclis’in önemli fonksiyonlarından biri de denetleme görevidir, o yerine getirilmiyor. Milletvekillerinin sözlü ve yazılı soru önergelerinin görmezden gelinmesi, yanıtsız bırakılması artık sıradan bir uygulama! Gensoru kurumu ise zaten hiç işlemiyor.
Geçenlerde size Taha Akyol’un “Atatürk’ün İhtilal Hukuku” isimli yeni yayımlanan kitabından söz etmiştim.
Akyol’un kitabında tarihçi Ahmet Demirel’in henüz yayımlanmamış bir çalışmasından da söz ediliyor. 1920 ile 1939 yılları arasında Meclis’te 85 gensoru önergesi verilmiş. Bunların 78 tanesi Meclis’in ilk dört yılına ait. 1935 1939 arasında hiç gensoru verilmemiş.
Akyol, “Meclis bu durumda olduğu için toplumdaki eğilimleri yansıtmaktan uzaktır” diye yorumluyor.
Bu açıdan bakınca bugünkü Meclis’in de pek farkı olmadığını söyleyebiliriz!
Siyasal İslamcıların seçici algılama sorunu
ANADOLU Federe İslam Devleti davasında yargılanan ve sekiz yıldır Tekirdağ F Tipi cezaevinde bir hücrede tek başına tutuklu olarak bulunan Metin Kaplan geçen ay kanser nedeniyle ameliyat geçirmiş. Eşi, Kaplan’ın yüzünün bile kendisine gösterilmediğinden, revirin penceresinin olmamasından, jandarmanın üşüyen hastaya battaniye vermediğinden, mektuplarına el konulduğundan yakınıyor.
Yeni Akit gazetesi bunu “Kaplan’a Zulüm” başlığı ile vermiş!
Memleketimizin İslâmcılarının “seçici algılama” sorunu olduğunun bir örneği daha!
Bu bir zulümse ki öyle, memleketimizin bütün F tipi cezaevlerinde ve normal cezaevlerinde de aynen yaşanıyor!
Ama bizim siyasal İslâmcılar bunun ancak farkına varabilmişler.
Bu ülkede, cezaevi sadece mahkemenin biçtiği cezanın çekildiği yerler olmaktan çok uzak.
Ceza içinde ceza çekiliyor. Cezaevleri yönetimine keyfilik hâkim. Tecrit, yetersiz tıbbi bakım, iletişimin engellenmesi, keyfi görüş cezaları bu sistemin sonuçları.
Yeni Akit yazarları Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın uçağından inmiyorlar.
Her ikisi de beni okumuyordur, buna kuşku yok. Ama Yeni Akit’i severek okuyorlar, bunu biliyoruz. Bu sorunu herkes için çözecek bir yol bulmasını devletin zirvesindeki yöneticilerimizden isteseler ne kadar iyi olurdu.