Proaktif dış politika böyle olmaz!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Edoğan, dün “uluslararası toplumu” suçladı. “Bu olaya sessiz kalanlar da en az İsrail kadar suçludur” dedi.
Başbakan ve bu konularda Dışişleri Bakanlığı’nı devre dışında bırakmayı marifet sayan danışmanı, biliyorsunuz “proaktif dış politika” uyguluyorlar!
Türkiye, Başbakan’ın “uluslararası toplum” dediği örgütlerin, neredeyse tümünün üyesi! BM Güvenlik Konseyi üyesi, NATO üyesi, İslam Konferansı üyesi, adlarını buraya sığdıramayacağım daha bir sürü kuruluşun üyesi.
Beyler, “proaktif” politika uyguluyorlar ama nasıl oluyorsa kimseyi harekete geçirmeyi de başaramıyorlar!
Bunu başaramadıkları gibi BM Güvenlik Konseyi’nin, ateşkes çabaları için Mısır’ı takdir etmesine benzer bir takdir bile alamıyorlar.
“Proaktif” demek, genel bir tanımıyla “ön almak” demektir. Gelişmeleri öngörüp, istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasını engellemek ya da daha avantajlı bir konum elde etmek için en başından bir tavır takınmak, harekete geçmek anlamına gelir.
Gazze’deki İsrail-Hamas sorununa “proaktif yaklaşım” şöyle olmalıydı:
1- Hamas’a ateşkesi uzatmayı reddetmenin ve sınırın öteki tarafına rastgele roket atmanın maliyetinin neler olacağı anlatılmalıydı.
2- İsrailli yetkililerle yapılan görüşmelerde söylenenler iyi analiz edilmeli ve Hamas’ı cesaretlendirecek tutum ve davranışlardan kaçınılmalıydı.
3- İsrail’i topyekûn bir katliam saldırısından vazgeçirmek için Hamas üzerinde yeterince baskı kurulduğunun işaretleri ortaya konmalıydı.
Bunları yapmayan bir dış politika siz adına ne derseniz deyin “proaktif” değildir.
Başbakan ve arkadaşları, kendilerini kandırıyorlar!
Sorun bir insanlık sorunudur
GEÇTİĞİMİZ hafta 3 günlük bir seyahat için gittiğim Bangkok’ta, İngilizce yayımlanan günlük Bangkok Post gazetesinde İsrail’in Gazze saldırılarıyla ilgili bir haber okudum.
Gazete, bu haberini sunarken Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’daki gösterilerde çekilmiş bir fotoğrafı da yayınlamıştı.
Fotoğrafta, elinde pankart olan bir erkek görülüyordu. Pankartta şu yazılıydı: “Müslüman hükümetler: Bir şeyler söyleyin, bir şeyler yapın!”
Gazze’de, İsrail saldırılarında ölen, yaralanan Filistinliler’in temel sorununu özetleyen bir pankart diye düşündüm.
Orada çekilen acıya, dünyanın önemli bölümünün kayıtsız kalmasının ardındaki neden de bu zaten.
Sorun, bir insanlık meselesi olmaktan daha çok bir tür din savaşı gibi ortaya konuluyor, böyle konumlanıyor.
Bu durum, Batılı sade vatandaşın kafasında Taliban ve El Kaide gibi örgütlerin yarattıkları “Terörist Müslüman” imajı ile birleşince, Gazze’deki acı, kimseye ulaşmıyor!
Gazze’de bir Yahudi-Müslüman savaşı yaşanmadığını, saldırgan bir terör örgütünün eline rehin düşmüş savunmasız bir halka karşı işlenen bir insanlık suçu yaşandığını anlatamadığımız sürece bu acı, yaygınlaşmayacak, sadece bizlerin içinde kalacak.
Bu zor görevi yerine getirmek de referansı din olanların başarabilecekleri bir şey değildir.
Görev, dünyanın her yanındaki laiklere düşüyor!
Silahlar ’sofistike’ değilmiş!
YAPILAN kazılarla ortaya çıkan cephaneliklerde bulunan silahlar için Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “Öyle sofistike silahlar değil” dedi. Merak ettim, Gönül acaba ne bekliyordu diye.
Toprağın altından atom bombası, hedefi gidip kendi kendine vuran füzeler, uçak gemisi filan çıkacak değildi herhalde!
Evet, çıkanlar sofistike değil ama epeyce cana mal olmaya yetecek çapta!
Genelkurmay Başkanlığı, cephaneliği ortaya çıkarılan Yarbay Mustafa Dönmez için 9 Ocak’ta soruşturma başlatıldığını açıkladı.
Yani son tutuklama dalgası başladıktan iki-üç gün sonra!
Bu silahlar o cephaneliğe herhalde geçtiğimiz günlerde taşınmadı. Çok önceden başlayan bir eylem olmalı bu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bu çapta silah ve mühimmat çalınabiliyor olmasında gerçekten bir tuhaflık var.
Belli ki silah ve mühimmatın depolanması ve korunması ile ilgili süreçlerde, kötü niyetli kişilerin kolaylıkla geçebileceği türden delikler var!
Dileyelim ki Silahlı Kuvvetler, benzeri hırsızlıkların tekrarlanmaması için tedbirini almaya şimdiden başlamış olsun!