Proje hızla rekora ilerliyor!
İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay, İstanbul’da “Medya Duyarlılığı İstişare Toplantısı” ismini verdiği bir toplantı düzenledi.
Güzel bir isim bulunmuş, toplantı için. “Duyarlılık” gibi yeni sayılabilecek bir kelimeyle, “istişare” gibi bir hayli eski kelimenin yan yana gelmesi, Çin yemeklerindeki “tatlı-acı sosları” çağrıştırıyor!
Ayrıca “Kürt açılımı/demokratik açılım/milli birlik projesi” gibi adı sürekli evrim geçiren bir proje için de son derece anlamlı: Bir kafa karışıklığına da işaret ediyor çünkü. Sizin için bu toplantıyla ilgili olarak gazetelerdeki haberleri okudum. Benim için bir fedakârlık gibi görülebilir ilk bakışta ama dert etmemek gerek, işim bu.
İçişleri Bakanı, bu toplantıda da bundan öncekilerde olduğu gibi son adıyla “milli birlik ve beraberlik projesi” hakkında ser verip sır vermemiş.
Açılıma en büyük darbenin Habur’a otobüs götüren BDP tarafından vurulduğunu söylüyor ama darbe yiyen açılımın ne içerdiği hâlâ meçhul.
Bu durum, projenin hızla Guinness Rekorlar Kitabı’na doğru ilerlediğini de gösteriyor: “Ne olduğu bilinmeden üzerinde en çok konuşulan proje” rekoru!
Ama bence rekoru zorlamaya gerek yok. Artık ne olduğu açıklansa da bunu tam olarak öğrenip üzerine öyle konuşsak daha hızlı ilerleriz gibi geliyor bana!
Belli ki hükümet bazı şeyler yapmak istiyor ama ya ne yapacağını tam olarak bilmiyor ya da yapacağı şeyin kendisine oy kaybettireceğini düşündüğü için adım atmaya korkuyor.
“İlle muhalefet de bizi desteklesin” ısrarının başka açıklaması yok.
Şunu hatırlatmak isterim: Bir ülkede seçmenin oyunu alarak iktidara gelenler, programlarını uygulamak için muhalefetin desteğine ihtiyaç duymazlar. Hükümet icra makamıdır, yakınma makamı değil!
Ortada konuşacak hangi öneri var?
LİDERLERİN buluşup buluşamayacakları konusu gündemdeki sıcaklığını koruyor. Şu andaki tabloda Devlet Bahçeli’nin “özür beklediği”ni bu, nedenle zaten görüşmenin gerçekleşemeyeceğini söyleyebiliriz.
Kemal Kılıçdaroğlu da, Başbakan randevu alır da gelirse görüşebilecek, öyle anlaşılıyor.
Bu konunun bu kadar dallanıp budaklanması ve giderek bir tür “fetişe” dönüşmesi demokratik bir ülkede kolay anlaşılabilir bir durum değil.
Daha önce NTV’deki Basın Odası’nda da söyledim, bu köşede de yazdım: Bizden başka hangi demokratik ülkede, siyasi meselelerin halli için liderlerin bir odaya kapanıp görüşmeleri gerekiyor?
Normal bir demokraside bunun yeri parlamentodur. Hükümetler, çıkarmak istedikleri kanunları, yapmak istedikleri düzenlemeleri getirirler, muhalefet de parlamentonun kendilerine sağladığı olanakların içinde görüşlerini belirtir, varsa eleştirisini yapar. Hükümet bundan bir sonuç çıkarır ya da çıkarmaz, kendi bileceği iştir.
Siyaset böyle yapılır.
Zaten Başbakan’ın elinde bu ikili görüşmelere getirebileceği bir paketin de olmadığı anlaşılıyor. Olsaydı, hükümete yakın yayın organlarında zaten bunların ana başlıklarını çoktan okumuş olurduk.
Ortada konuşulacak somut bir konu da olmayınca, buluşup çay içmekten başka ne yapacaklar?
Öte yandan Anayasa değişikliği gibi geniş uzlaşmayla yapılması gereken bir işte hükümetin muhalefeti dinlemeye hiç gönlü olmadığı, Meclis’teki oy çoğunluğuna dayanarak yapmak istediğini yaptığını da unutmayalım.
Kişisel görüşüm şu ki hükümet bu “açılım” meselesini seçimlere kadar böylece uyutup suçu da muhalefetin üzerine yıkmaya çalışıyor.
Bu işin siyasi sorumlusu hesap vermeli
YOLSUZLUK ve ihaleye fesat karıştırmakla suçlanan Ankara Emniyet Müdürü dün tutuklanıp cezaevine gönderildi.
Hatırlayacaksınız daha önce de Emniyet Genel Müdür Yardımcısı düzeyinde iki polis hakkında da değişik nedenlerle davalar açılmış, tutuklanmalar yaşanmıştı.
Elbette bu tutuklamalar, söz konusu polislerin suçlu olduğu anlamına gelmez.
Yargılama bitmeden kimseyi peşin suçlu ilan etmemek gerektiğini, hakkında verilmiş bir mahkeme kararı olmadan herkesin masum sayılması gerektiğini hatırlatmam gerek.
Dilerim, bu vesileyle bu tür ayrımlara pek dikkat etmeyen Emniyet teşkilatımız da bu kuralı hatırlamış olsun. Böylece bir musibetin bin nasihatten iyi olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkar.
Benim dikkatinizi çekmek istediğim konu böyle önemli görevlere atama yapılırken gösterilmesi gereken hassasiyetlerin hükümette olmaması.
Bütün bu atamaların bir siyasi sorumlusu var.
Eğer söz konusu kişiler mahkemece suçlu bulunurlarsa, bu atamaları yapan kişiye düşen de istifa etmektir.
Bunca geniş bir kadronun içinden doğru dürüst bir atama yapmayı başaramayan İçişleri Bakanı’nın da istifayı artık ciddi olarak düşünmeye başlamasında yarar var.