BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Antalya’daki konuşmasında Danıştay’a saldırı olayını “aramıza psikolojik duvarlar örmeyi amaçlayan hain girişimler” olarak niteledi.
Ankara’daki cenaze töreninde bakanların protesto edilmeleri, cenaze törenini terk etmek zorunda kalmaları, bu “psikolojik duvarın” toplumun bir kesiminde giderek güçlendiğini gösteriyor.
Şimdi Başbakan’ın kendisine soracağı soru şu olmalı: Bu psikolojik duvarı kim ördü?
Ortada fol yok, yumurta yokken “Bize yeni bir laiklik tarifi gerekli” diyenler kimlerse bilin ki o duvarda onların da taşı ve harcı var.
Bütün bir Milli Eğitim’in sorunlarını getirip imam hatiplere indirgeyenler kimlerse, duvarda onların da payı var.
Laik bir hukuk devletinde mahkemelerin kararlarını “Efendi, o senin değil, Diyanet’in işi” diye eleştirenler de az taş koymadılar bu duvara.
Kamu görevlerinde yükselmeyi akademik ve mesleki liyakate değil, eşlerin türbanına bağlayanların inşa ettikleri bir duvar bu.
Ve bu duvarı yıkmak da herkesten önce, inşa edilmesinde en büyük payı olanların işi olmalı.
Adalete iki saldırı ve aynı zihniyet
ELİ silahlı bir alçağın Danıştay’a saldırmasından iki gün önce Türkiye’de yine bir mahkeme salonunda bir saldırı daha yaşandı.
“Bu ceza maddesiyle mi demokrasi sağlanacak” başlıklı yazı nedeniyle yargılanan Agos Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve avukatları duruşma öncesinde, duruşma sırasında ve duruşmadan sonra saldırıya uğradılar.
Saldırganlar, Hrant Dink’i herkesin gözü önünde ölümle de tehdit ettiler.
Yargılama sırasında salonda asayiş sağlanamadığı için, yargıç davayı ileri bir tarihe erteledi.
Duruşma sırasında mahkemenin huzurunu bozanlar ve sanık ile yargıca alenen müdahale edenler biliyorsunuz sadece Amerikan filmlerinde cezalandırılıyorlar.
Şişli Adliyesi’ndeki duruşma ise “bir tür Türk filmi” olduğu için böyle bir şey olmadı.
Yargıç sadece davayı erteledi.
Salonun huzurunu bozanlara, mahkemeye saygısızlık edenlere, bu rezaleti önlemek için hiçbir şey yapmayan güvenlik sorumlularına karşı herhangi bir disiplin tedbirinin uygulanmasına gerek görmedi.
Kim bilir, belki de iyi yaptı. Danıştay’ın içinde cinayet bile işlenebiliyorsa Şişli Adliyesi’nde neler olmazdı ki?
Danıştay’ın içinde cinayet işleyenler ile Şişli Adliyesi’ni birbirine katanların izlerini sürerseniz aynı ideolojik adrese çıkarsınız.
Aralarında belki örgütsel bir ilişki yoktur; ama ideolojik zeminleri aynıdır.
Şiddete tapan, korkutarak karşıtlarını sindirebileceğini zanneden ve her karşı fikrin arkasında düşman arayan bir zihniyet.
Türkiye, geçmişte bunlardan çok çekti. Öyle görünüyor ki kamu görevlilerindeki bu müsamaha devam ettiği sürece de daha çok çekecek!
Cumhurbaşkanlığı oyunu!
TEMPO Dergisi’nin bu haftaki kapağı ilginç bir “oyun oynama” fırsatı veriyor.
Derginin kapağında fraklı bir erkek ile döpiyes giymiş bir kadının ayakta dururken çekilmiş fotoğrafları var.
Baş kısımları oyularak boş bırakılmış bir fotoğraf bu.
Kapağın içinde ise hareketli ikinci bir parça var. Bunun üzerinde de Bülent-Münevver Arınç, Yılmaz-Seyhan Büyükerşen, Hikmet-İnci Çetin, Kemal- Catherine Derviş, Recep Tayyip-Emine Erdoğan ve Abdüllatif-Berrin Şener çiftlerinin dekupe edilmiş kafaları yer alıyor.
Kimin Cumhurbaşkanlığı makamına daha iyi yakışacağını görebilmek için hareketli parçadaki kafaları, kapaktaki boşluklara doğru oynatmak yetiyor.
Bu dergiden birer tane almalarını AKP’li yöneticilere öneriyorum.
Çünkü bu gergin ortamı yatıştırmayı başaramazlarsa, içlerinden birinin Cumhurbaşkanı olduğunu ancak bu oyunda görebilecekler!