Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

‘Recep Bey’ meselesi!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan söz ederken “Recep Bey” demesi, özellikle AKP çevrelerinde tuhaf karşılandı. Bu hitap tarzı “yakışık almayan bir durum, bir tür hakaret” gibi algılandı.

Bu tepkileri görünce irkildiğimi söylemeliyim.
Çünkü ben de zaman zaman Başbakan’dan “Recep Bey” diye söz ederim. Sadece onun için değil, “Deniz Bey” diye yazdığım da olmuştur, “Devlet Bey” diye yazdığım da. Bazen bakanlar için de bu hitabı kullanırım.
Bu nedenle kendimi tekrar gözden geçirdim. Acaba bilmeden insanlara hakaret mi ediyorum diye. Eski gazeteleri şöyle bir taradım, yalnız değilim. Sadece Başbakan’dan söz edilirken “Recep Bey” değil, “Tayyip Bey” diye söz edilmesi gibi bir farklılığım var.
Bu, da o kadar büyük bir sorun olmasa gerek diye düşündüm.
Bana Mehmet diyen de var, Yakup diye çağıran da, Mehmet Yakup diye uzun uzun anlatan da! Hatta yanlışlıkla “Mehmet Ali” diyenler bile var, ona da kızmıyorum.
Bir insan ismiyle çağrılmaktan neden rahatsız olsun?
AKP’lilerin bu tavrı biraz sanki “Neden suyumu bulandırıyorsun” türünden bir maraza çıkarma arayışı gibi geliyor bana. “Kemal Bey”in bu tuzağa düşmeyeceğini ümit etmek istiyorum. Şu son sekiz yıldır kavgaya iyice doyduğumuzu düşünüyorum.
Politika, halkın sorunlarına çözüm bulmak için yapılır. “Çene yarıştırmak, kayıkçı kavgasına tutuşmak” politika yapmak değildir.
Önümüzdeki seçim, kavgacıların değil, memleketin sorunlarını huzur içinde çözebileceğini gösterenlerin kazanacağı bir seçim olacaktır.

Kemal Bey’e bir araştırma önerisi

İSTANBUL Boğazı’na yapılacak üçüncü köprünün, Boğaz’ı kuzeyden geçen ve “transit trafiği rahatlatmak amacını güden” bir köprü olacağını Ulaştırma Bakanı açıklamıştı.
Daha ortada projesi bile yok ama işin kaça çıkacağını da söylemişti. Metin Münir, Milliyet’te projesi belli olmayan bir köprü ve çevre yollarının fiyatının nasıl belirlenebildiğini defalarca sordu ama bir yanıt alamadı.
Benim edindiğim bilgilere göre Karayolları’nın üçüncü çevre yolları ve köprü ile ilgili çalışmaları 1995 yılında başladı, 1998 yılında tamamlandı.
Boğaz üzerindeki altı farklı geçiş olanağı çevre, kentleşme, su kaynaklarının korunması, tarihi doku, maliyetin 20 yılda karşılanması gibi kıstaslar ile karşılaştırıldı.
Ve sonunda üçüncü geçişin bir metro hattını da içermesi gerektiği sonucuna varıldı. Böylece Marmaray’ın eksik olan yönünü tamamlayacak kuzey ringi de oluşturulmuş olacaktı.
Projenin adı da “İstanbul Boğazı Raylı Sistemli 3. Karayolu Geçişi” olarak konulmuştu.
Ama köprü, toplam ağırlığı yüzde 2’yi zor bulan transit geçişi hedefleyecek şekilde kuzeye yapılacak.
Bu işin sırrı “2B”de yatıyor.
İşi bilenler yeni yapılacak çevreyolları güzergâhındaki “2B” arazilerinin neredeyse tümünün el değiştirdiğini anlatıyorlar.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na araştırmasını önerdiğim şey budur.
Bu arazileri kimler kapattı? Ve neden bütün uzmanların ve en başta Karayolları’nın karşı çıktığı kuzey geçişi tercih ediliyor?
Burada “yakalanacak” isimler, bize köprünün ve çevre yollarının neden oralardan geçirilmek istendiğini de gösterecek.
Doğrusu kimler olduğunu çok merak ediyorum.

Demek ki ‘kader’ ile hiç ilgisi yokmuş!

ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın Zonguldak’taki maden kazasından sonra sözünü ettiği “sert önlemler” netleşmiş.
Artık madenlere tespit edilen eksiklikler için “Altı ay içinde tamamla” gibi bir süre verilmeyecek, ocak anında kapatılacakmış.
Ocaklarda bugüne kadar tespit edilen eksiklikler de şöyle: İşçilere kişisel koruyucular verilmiyor, acil çıkış kapıları çoğu kez yok, ocaklarda hava ölçüm aleti yok, metan gazı ölçüm aletleri ocaklarda sürekli bulundurulmuyor, acil kaçış planları çoğu ocakta yok!
Şimdi bu tür eksiklikler tespit edilen madenler, nihai raporun yazılması beklenmeden kapatılacak.
Ve bu sayede kazaların giderek azalacağını da göreceğiz.
Demek ki neymiş? Bu işin, “kader inanışı” ile hiç ilgisi yokmuş!
Madenleri doğru dürüst denetlemek, eksiklikleri olan ocakları hemen kapatmak “kaderi” değiştirebiliyormuş!
Siyasi sorumluluk da işte tam bu noktada başlar.
Devletin elindeki bu olanakları kullanıp, kazaların meydana gelmesini önleyecek olan işbaşındaki hükümettir.
Hükümet, bu işler ile ilgili ehil insanları görevlendirir, bilime kulak verirse kaza filan olmaz. Nitekim Avrupa’da yok denecek kadar az oluyor.
Ama atamalarda temel kıstas “Bizdendir” olursa, işi bilmeyenler de görev başına gelir ve kazalar olur.
Sekiz senedir iktidarda olan bir hükümetin bu işi bugüne kadar yapmamış olması, siyaseten sorumluluğa işaret etmiyorsa, neye ediyor?