Rejim üstünde ‘polis vesayeti’!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Keçiören Belediyesi’nin önünde seçim konuşması yaparken MHP afişleri bulunan bir binaya şöyle bir pankart asılmış:
“Sayın Başbakan. 8 yıl önce temelini attığın metro ile mi geldin?”
Başbakan bu pankartı gördü mü, gördüyse ne dedi bilemiyorum ama bildiğimiz şu ki “Keçiörenliler” imzalı pankart, Başbakanlık korumaları tarafından asıldığı yerden indirildi.
Belli ki Başbakanlık korumaları kendilerine yeni bir görev edinmişler, “vesayetçi askerler” gibi “durumdan vazife çıkarmışlar”!
Başbakan’ı sadece olası tehlikelere karşı değil, siyasi eleştirilere karşı da koruyorlar!
Acaba bu da “rejim üstünde polis vesayeti” tanımına mı giriyor?
Bu pankartın polis marifetiyle indirilmesi, bugün memlekete hâkim olan demokrasi anlayışının sonucu.
Pankarttaki ifadelerde hakaret yok. Hakaret olmadığı gibi Başbakan’a “sayın” da denmiş, makama saygı ihmal edilmemiş.
Bir siyasi eleştiri dile getirilmiş. Hatta buna siyasi eleştiri demek ne kadar mümkün? Onu bile söyleyemeyebiliriz. Bu bir vatandaş grubunun, bir siyasetçiye daha önce verdiği sözü hatırlatmasından başka bir şey değil.
Yani bir demokratik hakkın kullanımı söz konusu olan!
Çevreye ve insanlara zarar verecek bir yönü de yok. İple binaya bağlanmış öylece duruyor.
Ama polis, bu pankartı bulunduğu yerden kolayca indirebiliyor.
Bir hukuk devletinde, bir demokraside kabul edilemeyecek bir durum bu.
İnsanlar fikirlerini ve eleştirilerini, üstelik bir seçim döneminde dile getiremeyeceklerse o rejime demokrasi denebilir mi?
“Başbakan’ı korumak için özel olarak seçilen polislerin” başrolünü oynadığı bu tablo, bir demokraside değil, otoriter bir rejimde görülebilir.
Tek adam yönetiminin olduğu, iktidardaki kişilere karşı bir fikir dile getirmenin “zararlı eylem sayıldığı” otoriter, diktatörlerin egemen olduğu rejimlerde!
Başbakan’ın yeterli oy alırsa Anayasa’yı değiştirerek Başkanlık sistemine geçeceği bir sır değil.
Eğer bunu başarırsa Türkiye’nin nereye benzeyeceğini bu tabloya bakarak tahmin etmek de mümkün.
Majestelerinin bakanı böyle olur!
GÖRME engelli işçiyi “Gözlerin görmediği halde sana iş verdik” diye azarlayan Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın sinirlerinin çok gergin olduğu anlaşılıyor.
Kendisi hekim olduğu için bana bir şey söylemek düşmez ama bu sinirlilik halinin iyi olmadığı ve bir çare bulunması gerektiği konusunda iyi kötü bir fikrim var.
Olay yerimiz bu kez Erzurum Belediyesi Kültür Merkezi.
İlan edilmiş ki Sağlık Bakanı gelecek ve gençlerle buluşacak!
Gençler de zannetmişler ki karşılarında bir bakan olacak ve oturup sohbet edecekler!
Yanılmışlar tabii. Bizim “ileri demokrasi ülkemizde” diyalog değil, monolog geçerli! Ama daha gençler, zamanla öğreneceklerdir bu gerçeği.
Nitekim Bakan Akdağ 45 dakika geç gelmiş ve bir saate yakın konuşmuş, sonra da “Hadi bana müsaade” deyip kalkmaya yeltenmiş.
Gençler itiraz etmiş, karşılıklı bağırış çığırışlar olmuş, AKP’liler itirazcı gençleri “provokatör” diye suçlamış. Yani her şey olması gerektiği gibi gelişmiş!
Sonunda Bakan “Sadece beş soru sorun” diye biraz oturmuş, geri kalan sorular e-posta aracılığıyla yanıtlanacakmış! Hayati Yazıcı Bey’in e-posta adresini kullanmazlar umarım!
İşte böyle bir Bakan var. Biraz sinirli, biraz nobran, biraz mağrur, biraz burnundan kıl aldırmaz, biraz kavgacı. Majestelerine uygun bir bakan açık söylemek gerekirse!
Alman yargıç doğru söylüyor, vermezler
ALMANYA’da görülen Deniz Feneri e.V. davasının yargıcı Horst Zimmermann’ın demecini www.gazeteport.com sitesinde okudum.
Alman yargıç “İkinci davayı açar açmaz Zekeriya Karaman ve Zahit Akman’ın tutuklanmaları gerekiyor ama Türkiye onları bize vermeyeceği için dava açıp açmama konusunda bir karar veremedik” diyor.
Hatırlayacaksınız Almanya’da mahkûmiyetle sonuçlanan ilk davada Kanal 7’nin patronu Zekeriya Karaman ve AKP’nin kontenjanından RTÜK üyesi ve başkanı olan Zahit Akman “olayın asıl failleri” olmakla suçlanmışlardı.
Alman yargıç tahmininde hiç yanılmıyor!
Türkiye, haklarında Interpol tarafından kırmızı bülten bile çıkarılsa bu kişileri yakalayıp, yargılansınlar diye Almanya’ya teslim etmez.
Dolandıranların Türk vatandaşları olması, suçluların cezasız kalma olasılığı Türk makamlarını etkilemez, çünkü bu işin ucu önünde sonunda siyasi ilişkilere bulaşma istidadı gösteriyor.
Belli bir partiye değilse bile belli siyasi kişiliklere bulaşacak bir durum bu.
Zaten Ankara’daki soruşturmanın bir türlü bitmek bilmemesinin nedeni de bu.
En azından seçimlere kadar bu soruşturma ile ilgili bir dava açılıp, açılmayacağını bile öğrenemeyeceğiz.
Ama bu davada mızrak o kadar büyük ki, hiçbir çuval onu saklamaya yetmeyecek.