Bu ülkede ‘konuşmak’ da artık suç
NEDİM Şener ve Ahmet Şık’ın yazdıkları kitaplar nedeniyle tutuklanıp, hapse atılmalarını protesto eden topluluklardan biri de Kocaeli Gazeteciler Platformu idi.
Sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve bazı vatandaşların da katılımıyla 100 kişilik bir topluluk önce Uğur Mumcu Parkı’nda bir araya gelmiş. Burada bir basın açıklaması yapılmış.
Daha sonra da Sabri Yalım Parkı’nda Şener ve Şık’ın serbest bırakılmalarının istendiği konuşmalar gerçekleştirilmiş. Kimseye bir şey olmamış, taşkınlık yapılmamış, medeni bir ortamda fikirler seslendirilmiş!
Demokratik bir ülkede yaşıyoruz ya, polis bunları isim isim tespit etmiş.
Uğur Mumcu Parkı’ndaki basın açıklamasına izin alınmadığı için Valilik talimatıyla İl İdaresi Kanunu ve Kabahatler Kanunu’na dayanarak 12 gazeteciye idari para cezası verilmiş.
Dünyanın demokratik her ülkesinde toplantı ve gösteri yapmak temel bir vatandaşlık hakkıdır.
Bunun için önceden izin alınması gerekmez. O toplantı ve gösteri başka insanlara zarar vermediği sürece, polisin görevi o toplantıya katılanların güvenliğini sağlamaktan ibarettir, daha fazlası değil.
Ama bizim “ileri demokrasi” ülkemizde her hak ve özgürlüğü düzenleyen bütün kanunlarda bir “ancak” kelimesi vardır.
12 Eylül yönetiminin toplumu bir dar elbiseye sokma çabasının sonucu olarak!
Söylenenlere bakarsanız geçtiğimiz 12 Eylül’de 12 Eylül Anayasası ile hesaplaştık ama 12 Eylül ruhunun, sadece Anayasa ve yasalarda değil devletin bütün kademelerinde ve kurumlarda yaşamakta olduğunu gösteren bir örnek bu.
Mahkemeleri, ellerindeki kanunları özgürlükleri geliştirici yönde kullanmadıkları için sıkça eleştiriyorum.
Ama belli ki kamu yöneticileri de ellerindeki kanunları uygularlarken özgürlükleri genişletmek için değil, tam tersine daraltmak için yorumluyorlar.
Cezalandırılan gazeteciler şimdi mahkemeye gidecekler ve cezanın iptalini isteyecekler.
Bakalım, mahkemenin yorumu hangi yönde olacak: Özgürlükleri koruyup geliştirme yönünde mi, kısıtlama yönünde mi?
Sözün sahibine sormaya cesaret yok!
ESKİ Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen gerçekten ilginç bir insan.
Başbakan’ın kendi durumundaki siyasetçiler için söylediği sözler için CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile kavgaya tutuşması nedeniyle bu kanaatteyim.
Dün 19 Mayıs törenleri için gittiği Mersin’de, Kılıçdaroğlu’nu televizyonlarda açık oturuma davet etmiş.
Sebebi de Kılıçdaroğlu’nun Başbakan’ın bir sözü üzerine Tüzmen dahil bazı siyasetçilere çağrı yapmış olması.
Artık yaza yaza ben, okuya okuya siz ezberlediniz ama önce Başbakan’ın neler demiş olduğunu bir kez daha hatırlayalım, belli ki Tüzmen dikkatli okumamış.
“Bizim partimizin adı AK Parti. Buralara temiz siyaset sözü vererek geldik. Ve benim bir bakanım bunu yapamaz. Ve bugüne kadar da bazı bakanlarımla alakalı atılmış adımlarım varsa bunun birçok gerekçeleri vardır. Ve birçoğu da bugün milletvekili adayı olamadıysa birçok nedenleri vardır. Milletvekillerim için de aynı şey ortadadır.”
Kürşad Tüzmen eski bir bakan olarak seçim için partisinde milletvekili adayı oldu ve aday gösterilmedi.
Bu sözleri söyleyen kim? Başbakan! AKP’lilere göre “konuşma yapmanın üstadı”!
Yani Başbakan, eski bakanıyla ilgili bir adım atmış, hatta milletvekili adayı bile yapmamış.
Bu durumda “ne diyorsun sen kardeşim” diye sorulması gereken kişinin kim olduğu açık.
Ama Tüzmen, ısrarla CHP lideri ile hesaplaşmak istiyor.
İlginç bir durum, siyaset böyle bir şey işte!
Sözü başkası söylüyor, hesabı başkasından soruluyor!
Hani “semeri dövmek” ile ilgili atasözündeki gibi! Sözü söyleyene sormaya gücün yetmeyince, böyle oluyor!
Hem savcı hem yargıç mı oldu?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Balyoz Davası sanığı emekli Korgeneral Engin Alan’ı kastederek şöyle dedi:
“Bir ülkenin başbakanı anma törenine gider de bir korgeneral ayağa kalkmaz mı? Kalkması gerekir. Kalkmadığı takdirde bedelini öder. Bedelini de ödedi. Çanakkale’de anma törenlerine gidiyoruz, bu beyefendi ayağa kalkmadı. Ondan sonra gereği yapıldı, o ayrı mesele. Ama şimdi bakın gideceği yeri o da buldu!”
Başbakan’ın Ergenekon Davası’nın özel yetkili başsavcısı olduğunu biliyorduk, böylece Balyoz Davası’nda da görevli olduğunu öğrendik.
Bu sözleri okuyunca kafama takılan sorular oldu. Başbakan bunu elbette yanıtlamayacaktır ama ben yine de sormuş olayım:
1- Balyoz Davası henüz sonuçlanmış değil. Sonunda mahkûmiyet çıkıp çıkmayacağını bilmiyoruz. O güne kadar yargılanan herkesin masum olduğunu varsaymamız gerekiyor. Bu durumda Engin Alan’ın tutuklu yargılanmasının nedeni, Çanakkale’deki davranışı nedeniyle cezalandırılması isteği midir? Başbakan, bunu mahkemeden hangi yolla istedi?
2- Başbakan’ın bu şekilde kızıp, bedel ödetmek istediği başka kişiler de oldu mu? Bugün Silivri ve Hasdal’da “cezalarını bulanların” kaçı bu tanıma giriyor?