HÜRRİYET

Saldırının bir tanığı ve benim sorularım

İSTANBUL Tophane’de sanat galerilerine karşı girişilen saldırı sırasında orada bulunan bir arkadaşımdan olayın nasıl cereyan ettiğini dinledim.

Arkadaşım geçtiğimiz hafta da bölgedeki bir galerinin açılışı sırasında bir gerginlik yaşandığını ama o gün bir olay çıkmadığını hatırlattı.

Şöyle anlattı: “Galerinin dışında sohbet halinde olan 200 kadar kişinin içinde ben de vardım. Aniden, bize doğru ‘Artık burada içmeyeceksiniz! Defolun!’ diye bağırarak gelen saldırganlar, hemen önümde duran Amerikalıya kuvvetli bir tokat attılar. Ardından, saldırganların sayısı çoğaldı ve kalabalığa sopalar ve yumruklarıyla hücum ettiler. O sırada, biz galerinin içine kaçtık. Dışarıda kadınlar ve erkekler dövülürken, içeridekiler biber gazının etkisiyle öksürüyor ve kusuyordu. Ben nefes alamadığım için, kendimi dışarıya saldırganların olduğu yere attım; ama onlara yakalanmadan kaçmayı başardım. Bunun sebebi ise, saldırganların çoğalarak yukarıdaki Galeri Outlet’e ilerlemiş olmasıydı. Outlet, durumu anlayarak kepenklerini tam indirmeye başlamışken, saldırganlar galerinin kapısının camını indirmiş, içeri girmeye çalışıyorlarmış. İçeri girip, herkesi linç etme arzuları bariz. Çünkü kepenk kapandıktan sonra, kepengi yumruklayıp, bodrum katının küçük camlarını da kırıp tehdit etmişler. Fakat saldırganlar, yeterince tatmin olmayınca, yolda gördükleri insanlara ikinci bir saldırı gerçekleştirdiler. Sonuç olarak, Polonyalı bir turistin gözüne kırık şişe ile kalıcı zarar veriliyor. Ressam Nazım Dikbaş’ın kafasına dikiş atılıyor; ressam İnci Eviner’in kaşı yarılıyor. Bir başka kişinin burnu kırık, kafası etkili bir darbe aldı. Bu olaylar esnasında, yoğun bir şekilde polisi aradık, fakat polis 45 dakika sonra geldi. Kamera kayıtları bulunmuyor; mahalleden olayı çeken bir kişiden, tehdit yoluyla kamerası alınıp kırılıyor. Teşhis etmeye gittiğimizde ise, saldırganlardan kimseyi orada göremedik. Yani, yakalanan yedi kişi arasında, insanların gördüğü kimse yok. Kesinlikle organize edilmiş bir saldırı, spreyler, sopalar bunun göstergesi.”

Şimdi bazı sorularım var:

1- Polis neden gecikti? O bölgedeki gerginlik ile ilgili hiç mi istihbaratı, hazırlığı yoktu? Böyle bir istihbarat yoksa bu şehrin güvenliği nasıl sağlanıyor?

2- Nasıl olup da yakalananlar, saldırıya uğrayanlar tarafından tanınamadı? Polis, olayların ön planında olanları yakalayıp teşhise götürmeyi neden başaramadı?

3- Herkesin bildiği internet sitesinden polisin haberi yok muydu? Bu siteyi kimler kurdu, kimler saldırganları internet ortamında bir araya getirdi?

4- Saldırganların ellerindeki biber gazı vs. gibi saldırı araçları, saldırı hazırlığının önceden yapıldığına işaret etmiyor mu? Demek ki grubu yönlendiren, hazırlayan birileri var. Polis onları neden hâlâ yakalayamadı?

5- Vali, saldırının “örgütsüz” olduğunu açıkladı. Soruşturma bitmeden buna nasıl emin olabiliyor?

‘Başbakan’dan bir çılgın proje!’

ATATÜRK Kültür Merkezi’nin restorasyon çalışmasının neden yapılmadığının gerekçesinin “bir bölümünü” öğrendik.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sabah yazarı Hıncal Uluç’u aramış ve telefonda o bölgedeki trafiği yeraltına alarak, Taksim Meydanı’nın yeniden düzenleneceğini, kültür merkezi ile yanındaki otopark arazisinin birleştirilerek yerine yeni bir merkez inşa edileceğini anlatmış. Restorasyon bu nedenle yapılamıyormuş.

Hıncal Ağabey, Başbakan’ın yeni projesini duyunca telefon elinde “donup kaldığını” da yazıyor ama bizlerle paylaşmıyor. Bu açıklamanın şerefini Başbakan’a bırakıyor.

Neden böyle yaptığını anlayamadım. Bu iki dost arasında bir sohbet değil ki. Başbakan, bir gazeteciyi aradığını biliyor, “Yazma” da dememiş. Yazsaydı, öğrenseydik iyi olurdu.

Ama konuşmadan çıkardığım Başbakan’ın hayalinde Sydney Operası gibi bir projenin olduğu.

Ne güzel ama neden bunu saklıyor ve açıklamıyor?

Ortaya değerli ve somut bir proje konmadan böyle konuşmalar bana sadece “masal” geliyor!

2 yıl içinde de yapılabileceğini söylediğine göre Başbakan vakit geçirmeden projesini açıklasın ki İstanbul, “bir opera-bale salonuna sahip olmayan Dünya’nın tek Kültür Başkenti” olmaktan kurtulsun!

Merak ettiğim bir konu

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Bekir Coşkun’un Haber Türk Gazetesi’nden çıkarılması ve bunun hükümet baskısından kaynaklandığı iddiası ile ilgili olarak şunları söyledi:

“Bunun böyle bir yoruma tâbi tutulacağını tahmin ettim. Sayın Fatih Altaylı ve Turgay Ciner’i aradım. Neticede Fatih Altaylı, gazetenin başındaki insan, patronundan aldığı emri yerine getirmek zorundadır. Sayın Ciner açık yüreklilikle ifade etti: Hükümet ve AK Parti çevresinden hiçbir Allah’ın kulunun baskısı bir tarafa telkini bile olmadı dedi.”

Ciner’in, “İnandığım basın ilkelerine uymayanları gazetemde çalıştırmak zorunda değilim” dediğini aktardı.

Bekir Coşkun’un Haber Türk’teki yazılarının tümüne yakınını okumuştum. Bu gazeteye transfer edilirken yazdıklarından daha farklı bir şey yazdığını da hatırlamıyorum.

Demek ki Ciner’in basın ilkeleri kısa süre içinde değişkenlik gösterebiliyormuş.

Benim merakım da bu zaten: Nasıl bir “müşevvik” bu değişiklikte etkili oldu?