Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Sivil siyasete ne oldu?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, PKK ile ateşkes için görüşmeler yapıldığı iddialarına karşılık “hükümet terör örgütü ile masaya oturmaz. Devletin bazı kurumları vardır, onu devlet kendisi yapar” yanıtını verdi.

Bu yanıttan anlıyoruz ki Başbakan’a göre, hükümetten bağımsız olarak hareket edebilen bir “devlet mekanizması” var.
Yani önemli konularda, milli iradenin temsilcisi siyasi otoritenin talimatlarını beklemeden ya da bunu almaya gerek görmeden, kendiliğinden harekete geçen bir organizma var.
Kendisine göre devletin yüksek menfaatlerine uygun bulduğu hareketleri, siyasi otoriteye danışmaya bile gerek görmeden yapan devlet içindeki kurumların varlığına “derin devlet” diyoruz.
AKP yöneticilerinin ve yandaş yazarların sözlerine bakıp, ben de artık “derin devletin” sonunun geldiğine inanmıştım, demek ki bizi kandırıyorlarmış!
Tabii ikinci olasılık doğru söylüyor olmaları.
Yani bir derin devlet yok. Devletin organları, seçimle işbaşına gelmiş halkın meşru temsilcilerinin siyasi direktiflerinin dışına çıkmıyorlar.
O zaman bu son olayda da böyle bir siyasi direktifin verildiğini düşünmemiz gerekiyor.
“Sivil siyaset” dedikleri de zaten budur.
Başbakan’ın “artık sivil siyaset hâkim olacak” politikasını izlerken bizi kandırmadığını varsaymamız gerektiğine göre, devletin organlarına PKK ile temas ve ateşkes konusunda harekete geçme emrinin hükümet tarafından verildiğini kabul etmemiz gerekir.
Normal olanı da budur zaten.
Anormal olanı, bunun hükümetin direktifi olmadan yapılıyor olmasıdır çünkü.
Aldığı kararların ardında duramayan bir hükümetin, böylesine kapsamlı bir sorunu çözebilecek açılımları yapamayacağını da söylemiş olayım.

‘Demokratik kültür’ deyince orada dur!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Van’daki mitinginde, bir “siyasi hoşgörüsüzlük örneği” anlattı. AKP’li bir kadın milletvekiline sözlü ve fiili saldırıda bulunulduğunu söyledi ve “Bu mu demokratik kültür” diye sordu.
Evet, onaylanabilecek bir durum değil. Görüşlerini hiç beğenmediğiniz bir siyasetçiye bile böyle davranmaya hakkınız yoktur. “Demokratik kültür” böyle tutumları onaylamaz, bununla mücadele etmeyi de gerektirir.
Hem Başbakan’ın sözünü ettiği olay, hem de konuşma Van’da geçince aklıma ister istemez CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal’a yönelik saldırı geldi.
Hatırlayacaksınız, o saldırının başını AKP’li bazı yerel politikacılar ve yakınlarının çektiği de fotoğraflar ile ortaya konmuştu.
O günlerde AKP yöneticilerinden ya da Başbakan’dan, bir “demokratik kültür dersi” aldığımızı da hatırlamıyorum.
Hatta Baykal’ın doğuda miting yapamadığı ama AKP’nin rahatça yapabildiğine yönelik imaların varlığını da hatırlıyorum.
Yukarıdaki “demokratik kültür bu tutumları onaylamaz, bununla mücadele etmeyi de gerektirir” derken buna dikkat çekmek istiyordum.
Bu durumda AKP’nin demokratik kültür anlayışının da biraz eksikli olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Başkalarına yönelik bu tür saldırılara da kendine yönelik saldırılar kadar tepki göstermiyorsanız, başka türlüsünü düşünme olanağımızı da elimizden almış olursunuz.

BDP aklını başına toplamalı

DİYARBAKIRLI 14 sivil toplum kuruluşunun referandumda “evet”i desteklediklerini açıklamalarına karşı BDP’nin gösterdiği sert tepki anlamsız değil.
Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı’nın, “benim gibi düşünmeyene yaşam hakkı yoktur anlayışıyla hareket eden BDP’nin Pol Pot zihniyetine doğru yol aldığını” söylemesi ise bölgede yıllardır süren durumun yeni tespitinden başka bir anlama gelmiyor.
PKK’nın bölgede, kendinden başka bir muhalefeti yaşatmama tavrı yeni değil çünkü.
Örgütten ayrılmak isteyenlerin, ters sözler söyleyenlerin başlarına ne geldiğini biliyoruz.
Bu nedenle Diyarbakır’daki sivil toplum örgütlerinin çıkışını cesurca ve çok anlamlı buluyorum.
Ortaya çıkıyor ki PKK’nın silahlı gücünden de kaynaklanan azgınlık ve şımarıklık sadece Türklerde değil, Kürtlerde de artık tepkiyle karşılanıyor.
BDP bu mesajı alıp, ayağı yere basan bir siyasete yönelebilirse hepimiz için en hayırlısı olacak.
Bu mesajı almazlarsa tabanlarının giderek daraldığını ve artık Kürtler adına başkalarının da söz söyleme hakkını kullanabildiğini de görecekler.
Bütün görev hükümete düşüyor. Bölgedeki bu cesur insanları korumak hükümetin birinci önceliği olmalıdır.