‘Bu nasıl demokrasi’ diye sorarlar
BELEDİYELERİN ve siyasi partilerin yerel örgütlerinin iftarlarda yemek vermesi artık alışkanlık haline geldi. Bunu yadırgamıyorum, artık ramazan aylarının doğal bir parçası oldu bu.
Ama siyasetçilerin bu iftarları referandum için bir propaganda zemini haline getirmelerini anlayabilmeme olanak yok.
Dini bir görevi yerine getirmek için bir araya toplanmış insanlara anlatılması gereken herhalde günlük siyasi tartışmalar olmamalı. İftarlardan sonra sohbet normaldir ama bu da daha çok ramazan ayının ve orucun anlamı üzerine söylenebilecek güzel sözlerle sınırlı kalmalıdır. Uzman sayılmam ama eminim din adamlarımız da bunun daha doğru bir tutum olduğunu düşüneceklerdir.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış da kendisini bu hastalıktan kurtaramamış ve AKP Sarıyer ilçe örgütünün iftarında referandum propagandasına girişmiş.
“İftar yemeğinde siyasi propaganda olmaz” diyen bir genç de sivil polisler tarafından yaka paça salondan çıkarılıp dışarıdaki polis ekibine teslim edilmek istenmiş. Protestocuya karşı bu sert tavra tepki gösteren bir başka vatandaş da aynı akıbete uğramış.
İkisi birlikte gözaltına alınıp zorla polis otosuna bindirilerek “merkeze” götürülmüş.
Polislerin, etrafa zarar vermeyen bir protestocuya demokratik bir ülkede nasıl olup da böyle davranabildiklerini AB ile müzakereleri sürdüren Bağış’a sormak gerek.
Eminim, görüşmeler sırasında muhatapları da bunu soracaklardır: “Sizin demokrasinizde bir sorun var, polis nasıl böyle davranabilir” diyeceklerdir.
Her aykırı sesten, her itirazdan sonra o kişilerin yaka paça polis tarafından götürülmelerine çağdaş demokrasilerde pek rastlanmıyor.
Polisin görevi, toplantının güvenliğini sağlamaya yetecek tarzda davranmaktır. O kişi dışarı davet edilir, sessizce uzaklaşması sağlanır ve toplantı da devam eder.
Bu tutum, getirileceği söylenen “sivil demokrasiye” hiç uymuyor!
Ekonominin yapısı bu kadar kırılgan mı?
EKONOMİDEN sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, referandumda “Evet” çıkmasının ekonomiye olumlu etkileri olacağını, ancak “Hayır” çıkarsa Türkiye’nin bunun faturasını ödeyeceğini söyledi.
Tuhaf bir söz! O makamdaki bir kişinin aklından geçirse bile söylemeden önce diline kırk düğüm atması gerekirdi diye düşünüyorum.
Eğer böyle bir tehlike varsa, referandum neden göze alındı? TBMM’deki anlaşma zemini kullanılmadan neden iş referanduma kadar götürüldü? “Evet” çıkacağının nasıl bir garantisi vardı?
Öte yandan bunu söyleyen kişi ekonomiden sorumlu en üst düzey yetkili. O zaman sormak da gerek: Ekonomiyi iyi yönettiyseniz, bu kadar kırılgan bir yapıda olmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Demek ki işinizi iyi yapmamışsınız, ekonomi günlük siyasal dalgalanmalarının etkisine açık hale gelmiş.
Bir de “mali kural” meselesi var tabii. Babacan, ekonominin temel sorunlarını çözmek için getirilecek mali kuralın, hükümetin içinden engellenmesine küsmüş, “Bu konuyu konuşmayacağım” diyor.
Anlayamadığım şu: Ekonomi, hükümetin bütün iş dünyasına ve yatırımcılara verdiği bir sözü tutmamasından etkilenmeyecek kadar güçlü ise “Hayır” oylarından neden etkilensin?
Kitap, hükümeti şaşırtmış!
ESKİŞEHİR Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın kitabının hükümet kanadındaki yansımalarında ilginç çelişkiler var.
Başbakan, “Kitabı yazacağına gelip şikâyet etmeliydi” dedi. Oysa bizzat Adalet Bakanı da açıklıyor ki Avcı, bakandan randevu alıp gelmiş ve kitabında anlattığı olayları kendisine aktarmış hatta bir de kendisine komplo kurulduğuna ilişkin dilekçe vermiş.
Adalet Bakanı’nın kitap çıkana kadar Başbakan’a bu konuyla ilgili bilgi vermemiş olması ilginç. İddia sahibi bir ilin emniyet müdürü çünkü.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Kitabı okumadım. Arkadaşlar ve İçişleri Bakanım özet bilgiler verdiler” diyor.
O zaman bir de İçişleri Bakanı ne diyor, ona kulak verelim: “Kitabı okumadım. Gazetelerde haber çıktığı gün müfettiş görevlendirdik.”
Demek ki günlerdir tartışılan kitapla ilgili Başbakan’a verilen özet bilgiler, gazetelerde yayımlanan özet bilgilerin özetinden ibaretmiş!
Bravo, danışmanları şu sıralarda nelerle meşguller gerçekten çok merak ettim.
Başbakan, “İddialar üzerinde durmam, durmayı da gereksiz bulurum” diyor.
Aynı kişinin, bir orgeneralin kendisi hakkında olumsuz sözler söylediği dedikodusuna inanıp dava açtığını da hatırlatmak isterim!