Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Sorun Başbakan’ın düşünce yapısında

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, televizyonda gazetecilerin sorularını yanıtlarken gazetelerin kendisine haksızlık yaptığını, “yatırımlar ve açılışların gazetelerde yeterince yer almadığını” söyledi.

Hürriyet Ekonomi Müdürü Vahap Munyar da Başbakan’a yanıldığını, açılış ve yatırımların geniş olarak gazetelerde yer aldığını söyledi.

Başbakan ile Munyar arasında gelişen diyaloğu dikkatle izleyenler, gazetelerin ağızlarıyla kuş tutsalar bile Başbakan’ı tatmin edemeyeceklerini düşünmüş olmalılar.

Oysa çok partili siyasi yaşama geçtiğimizden beri hiçbir dönemin hükümeti arkasında bu kadar büyük bir basın desteği bulmamıştı.

Yeni iktidara gelmiş bir partiye tanınması gereken “icraatını görme süresi” dışında da hükümet yaptıklarını anlatabildi, gazete ve televizyon haberlerinde kendisine yer edinmekte zorlanmadı.

Bu süre içinde muhalefetin kendi söylediklerine yer verilmemesinden ne kadar çok yakındığını da hatırlayalım.


İktidarın ilerleyen dönemlerinde hükümetin, kendisine yakın bir medya yaratma çabalarını, ülkenin ikinci büyük grubunun hükümete yakın bir iş adamına satılması için Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın bizzat devreye girdiklerini de unutmayalım
.

Hükümeti eleştiren yazarların bulunduğu basın kuruluşlarının da nasıl susturulmaya çalışıldığı da bir başka gerçek.

Yani sorun basının hükümetin icraatlarını aktarmasında değil, hükümetin basında başka bir ses duymaya tahammülü olmamasıyla ilgili.


Başbakan, kendisine yönelik en küçük bir eleştiriyi bile “haksızlık ve hakaret” olarak algılıyor
.

Demokratik bir ülkede basının hükümetin icraatlarını eleştirme hakkının bulunduğunun kabul edilmek istenmemesi buna yol açıyor.


Başbakan, demokratik bir ülkenin seçimle iş başına gelmiş bir yöneticisi olduğunu hatırlar ve basının görevinin yağcılık değil, eleştirmek olduğunu kabul ederse bu sorun çözülür.

Yoksa şikâyetleri dinlemeye ve gazetelerin susturulmak istenmesi eylemlerine devam!

 

Demokratik temsil ‘şeyi’ ne olacak?

 

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, televizyonda gazetecilerin sorularını yanıtlarken “Yüzde 10 barajıyla giriyoruz, bizim bu konuda herhangi bir şeyimiz yok” dedi.


Gerekçesi ise “koalisyon hükümetlerinin Türkiye’ye bir faydasının olmadığı”!


Evet demokratik uzlaşma yeteneğinin pek gelişmediği bir ülkede koalisyon hükümetleri sorunlu oluyor.


Ama bu sorunluluk hali, halkın en geniş siyasi temsilinin engellenmesine dönüştüğü vakit ortaya çıkan rejime de demokrasi diyemiyoruz, sorun bu!


Daha adil bir temsil için yüzde 10’luk seçim barajının indirilmesi gerektiğini öneren AB raporlarını bir kenara bırakalım.


Başbakan, biliyorsunuz iki sözün birinde “demokratik açılımdan” bahsediyor.


Böylece memleketin “Kürt sorunu” ve “terör meselesi” de çözülecekmiş, bunu anlatıyor.


Seçim barajlarıyla TBMM’ye girmesi engellenmeye çalışılan siyasi bir harekete yönelik bir “demokratik
açılım” var ama bu açılım, o siyasi hareketin meşru temsil hakkını kazanmasını kapsamıyor!


Demek ki her konuda “demokratikleşeceğiz” ama “temsil şeyine” gelince orada dur!


Hep aynı yere varıyoruz: Sorun Başbakan’ın demokrasi kavramını yeterince içselleştirmiş olmaması.


Böyle olmadığı içindir ki eleştiri yapan basına kızıyor, “demokratik açılım” diyor ama tek adım bile atmıyor!


“Temsil şeyi” de bunun bir parçası!

 

‘Tutuklama’ cezalandırmaya dönüşmesin!

 

ULUSAL Kanal televizyonunun Haber Müdürü Ufuk Akaya, 9 Kasım 2009 tarihinden beri tutuklu olarak Silivri’de yatıyor.


Aydınlık Dergisi Genel Yayın Müdürü Deniz Yıldırım
ile birlikte tutuklanmışlardı.

İki gazeteci Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen telefon görüşmesi kayıtlarını yayımladıkları için soruşturulmuştu.


Yargılama ilerleyince ne ile suçlandıklarını öğrenebileceğiz, çünkü bunca tutukluluk haline rağmen henüz ne ile suçlandıklarını bilmiyorlar, haklarındaki iddianame henüz ortada yok. 
Mahkeme, Ufuk Akaya ve Deniz Yıldırım’ın tutukluluk haline itirazlarını “şüphelilerin üzerine atılan suçun niteliği ve tutukluluk sürelerini dikkate alarak” reddetti.“Üzerlerine atılan suçun” ne olduğunu kimse bilmiyor, iddianame yazılmadı. “Tutukluluk süresini dikkate alma” ifadesi ise, genellikle tahliye kararlarında kullanılan bir ifade.


Bu karar, sanıklar ile ilgili bir önyargıyı ifade ediyor gibi geliyor bana.

Bu davada temel sorunlardan biri tutuklamanın bir cezalandırmaya dönüşmüş olması. Haklarındaki her türlü delil toplanmış, kaçma olasılığı olmayan gazetecilerin tutuklu olarak yargılanmalarının devamı, “basın özgürlüğü” açısından da önemli bir sorun yaratıyor.


Tutuklamaya itirazın reddinde kullanılan “daha yeteri kadar hapis yatmadınız” anlamındaki gerekçe de “peşin hükme” işaret ediyor.

“Adil yargılanma hakkının” zedelenmemesi için biraz daha özen gerekiyor!