HÜRRİYET

Söylemeden önce iki kere düşünmek gerek!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu yarın Suriye’ye gönderiyor.

Başbakan şöyle konuştu: “Artık burada da sabrın son anlarına geldik ve bunun için de bu süreç içinde salı günü Dışişleri Bakanı’nı Suriye’ye gönderiyorum. Kendileriyle orada gerekli olan görüşmeleri yapacaklar. Bu görüşmelerde mesajlarımız artık kendilerine kararlı bir şekilde iletilecektir. Bundan sonraki süreç verilecek cevaba ve uygulamaya göre şekillenecektir.”
Başbakan’ın sabrının taştığı anlaşılıyor. “Biz Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü bizim Suriye ile 850 kilometre sınırımız var, akrabalık, tarih, kültür bağlarımız var. Dolayısıyla burada olanlar bitenler bizim asla seyirci kalmamıza fırsat vermez. Tam aksine oradaki sesleri duymak zorundayız, duyuyoruz ve tabii ki gereğini de yapmak durumundayız” diyor.
Hükümet, ilk günlerdeki bir bocalama dışında Suriye rejimini demokratikleşmenin yolunu açması için uyarmıştı.
Kişisel ilişkilere de güveniliyordu ama “bir diktatörle kurulmuş iyi ilişkinin ömürlü olmayacağını” da Başbakan böylece öğrenmiş olmalı.
Ancak Başbakan’ın sinirine hâkim olması gerekiyor. Suriye’deki sorun genel olarak bir insanlık sorunudur ama asla Türkiye’nin iç meselesi de sayılmaz.
Yola böyle çıkarsanız, sizin iç meselelerinizin de “akrabalık, kültür ve tarih bağı olan” başkalarının iç meselesi haline getirilmesine sesinizi çıkarmanız zorlaşır. Bu coğrafyada komşularıyla bu tür bir ilişkisi olmayan toplum var mı zaten?
“Gereğini yapacağız” sözü de söylerken iki kere düşünülmesi gereken bir söz. Belli ki Başbakan bir kez daha kendi sesinin etkisinde kalmış, konuştukça coşmuş.
“Gereğini” nasıl yapacaksınız? Libya’da olduğu gibi bir askeri müdahale ile mi? Suriye rejiminden zaten hiç hoşlanmayan ABD planlarının bir aracısı olarak mı? Bu böyle iftar rehaveti ile kolayca söylenebilecek bir söz olmamalı.
Zaten karmakarışık bir coğrafyada işleri daha da karıştıracak adımları atmak Türkiye’ye nasıl bir yarar sağlayacak?
Başbakan öyle görünüyor ki “Arap kamuoylarına oynama” işini artık biraz abartıyor!

Savcılara gözdağı mı veriliyor?

HÂKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu, Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcılar hakkında inceleme yapmaları için iki müfettiş görevlendirdi.
İnceleme Zahid Akman ve Zekeriya Karaman’ın avukatlarının şikâyeti üzerine yapılacak.
Sanık avukatları savcıların mahkeme kararında tahrifat yaptıklarını iddia ediyor.
Müfettişler şimdi Ankara Adliyesi’nde soruşturma ile ilgili dosyaları inceliyor.
Bu soruşturmaya karşı hükümetin özel bir hassasiyeti olduğunu biliyoruz. Başbakan’ın Almanya’daki dava ile ilgili haberleri yayımlayan gazetelere karşı yaptığı boykot çağrısı da hâlâ akıllarımızda. Hatta bunu hükümet-medya ilişkilerinde bir milat olarak nitelemek bile mümkün.
Söz konusu soruşturmayı yöneten savcıları, soruşturmanın ağır yürümesi nedeniyle eleştirmiştim. Ama haklarını da yememek gerekiyor, soruşturmanın gizliliğinin korunmasında gerçekten başarılı oldular.
İddianamenin yazılmasına yönelik son girişimler ve tutuklamalardan sonra hükümetin bu işe müdahale edebileceğini düşünüyordum.
Nitekim HSYK ilk şikâyette bir soruşturma başlattı, bu savcılara verilmiş bir gözdağından başka bir şey değildir.
Çünkü sürmekte olan başka önemli davalar ile ilgili böyle bir şey yapılmadı.
Sanıkların şikâyetleri dikkate alınmadı. Adli emanete kaldırılan, savcılığın sonradan fark ettiğini söylediği belgeler ve soruşturmaların gizliliğini ihlale yönelik tutumlar incelenmedi bile.
Hatta bir gazeteci, Ergenekon soruşturması dosyasına özel konuşmalarını koyan savcıdan şikâyetçi olduğu için davaya sonradan dahil edilip tutuklandı, suçunun ne olduğunu bile bilmiyor!
Öyle görünüyor ki bu soruşturma boyunca daha çok ilginç gelişmelere de tanık olacağız.
Bekleyip görelim.

İki günbatımı, iki yer

İKİ gün üst üste Ege’de güneşin denizin içinde eriyip yok oluşunu izledim. Aynı deniz, aynı güneş ama bunu seyrettiğim kara parçası iki değişik yerdeydi.
Birincisini Gümüşlük’te Limon’da izledim. Limon yeni açıldı, şahane bir manzaraya bakan tepelik bir alanda yer alıyor. Biraz erken gitmiştim, sonra birden bir insan hücumuna tanık oldum. Arkadaşlarıma “Tur otobüsü mü geldi” diye şaka da yaptım, görüntü tam da ona benziyordu. Koca bahçe bir anda doldu, adım atılacak yer kalmadı.
İkincisini ise Patmos Adası’nda izledim. Marinanın yer aldığı Skala’nın arka sokaklarından batıdaki küçük bir koya yürüyorsunuz. Manzara muhteşem, güneş adaların arasından yavaşça denizin üzerine doğru süzülüyor.
Geçen yıl burada Kaktüs isimli bir bar-lokanta vardı. Bu yıl yok. Batmış ve kapanmış, yer satılığa çıkmış, 200 bin Euro civarında bir fiyattan söz ediliyor. Yunanistan’daki krizin tipik göstergelerinden biri! Orayı olduğu gibi söküp, mesela karşıdaki Yalıkavak’a taşısanız, almaya milyon Euro’lar yetmez.
Ve Gümüşlük’teki görüntünün tersine güneşi batırmaya gelmiş bir tek kişi bile yoktu.
Yunanistan ana karasına en uzak adalar bunlar ve turizm daha çok yerli turist üzerinden canlı yürüyor ama belli ki kriz bunu olumsuz etkilemiş, bir-iki yer dışında lokantalar, barlar bomboş.
Oralardan size daha sonra da söz ederim. Ancak buralarda lokanta-bar işleten çok sayıda Yunan arkadaşım var ve hepsinin dilinde aynı şey: “Bize de bir Erdoğan lazım!”
Başbakan’ın karizması öyle görünüyor ki sadece doğuda değil, batı komşumuzda da yükseliyor. Burada seçime girse yüzde 60’a bile ulaşabilir, öyle görünüyor.
Onlarla oturup otoriterleşme eğilimi, demokrasinin yetersizliği, basın üzerine baskılar gibi meseleleri konuşmadım tabii. “Dışarıdan öyle görünüyor” konulu fıkrayı anlatmakla yetindim.
Bu yazıyı yazdığım lokanta Patmos’un doğu sahillerinde küçük bir koyda. Lokantanın girişindeki tabelaya tebeşir ile Noel kutlama kartlarına benzetilerek şöyle yazılmış: “We wish you a merry crisis and a happy new fear!” “Christmas”ın yerine “kriz”, “year”ın yerine “korku”! Neşeli ve mutlu bir kriz ve yeni korkular diliyor.
Belli ki komşularımız krizin sıkıntısından kurtulmak için işi dalgaya vurmuşlar.
Dilerim işe yarar!