Spekülasyon Köprüsü’nden vazgeçin
ULAŞTIRMA Bakanı’nın, Boğaz’a yapılacak üçüncü köprünün ihalesi için hazırlıkların tamamlandığını açıklamasından beri çevre yollarının geçeceği tahmin edilen yerlerdeki arsa fiyatları yüzde 20 prim yapmış.
Bakanlık güzergáhı henüz açıklamadı ama konuyla ilgili herkes yolun nerelerden geçeceği ile ilgili bir fikre sahip.
Zaten bakanın açıklamasından önce de bölgede ciddi bir arsa spekülasyonu olduğu, büyük arazilerin önceden kapatıldığı da biliniyor.
Sadece bu tablo bile, yeni köprünün oradan neden geçirilmemesi gerektiğini anlatıyor. Nelerin olabileceğini şimdiden tahmin etmek zor değil.
Yollar yapılmaya başlanınca bölgede önce kaçak, sonra kitabına uydurulmuş yapılaşma başlayacak.
Kaçak yapılaşma ile mücadele, kaçak yapılaşmanın hızına asla yetişemeyecek.
Orman arazisi diye bildiğimiz bölgelerin birden bire villalar, gece kondular ve apartmanlar ile dolacağını göreceğiz.
Bunların hepsini daha önceki çevre yolu inşaatlarında yaşadık.
TEM’in yapımı sırasında bugün TEM civarındaki mahallelerin, semtlerin hiçbiri yoktu.
Ama bugün TEM şehrin tam ortasından geçiyor!
İstanbul’un son orman arazileri ve su kaynakları ciddi bir tehlike altında ve Boğaz’ın kuzeyine yapılacak köprü trafik sorunumuzu da çözmeyecek.
Bu işten sadece arsa spekülatörleri kazançlı çıkacak. Olan yine İstanbul’a olacak.
Düzenleme Kurulu ’yasaklama kurulu’ oldu
TÜTÜN ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu (TAPDK) şimdi de alkollü içkide fason üretimi yasakladı.
Buna göre üreticiler, başka firmalar adına üretim yapamayacaklar ve yaptıramayacaklar.
Bu kurul, giderek “içki yasağını yaygınlaştırma ve içki üreticisini cezalandırma kurulu” haline geliyor.
Kamuoyu tepkisi olmasaydı, internet üzerinden içki satışına hapis cezası vermek de bu kurulun başının altından çıkıyordu. Akıl almaz reklam yasaklarıyla sektörü cezalandırmak ve yok etme teşebbüsü de!
Kurul, kaçak içkiyle, hatalı bandrol ile vergi kaçırılmasıyla ve tüketiciyi aldatmaya yönelik davranışlar ile mücadele etmek yerine, kendisine hedef olarak bütün bir sektörü seçmiş, cezalarla köşeye sıkıştırarak, bu işten vazgeçirmeye çalışıyor.
Aşırı içki tüketiminin ve gençlerin erken yaşlarda alkol tüketimi alışkanlıklarının gelişiminin engellenmesi elbette devletin görevleri arasındadır.
Demokratik bir ülkede bu görev, yasaklamalar ile değil, etkili halkla ilişkiler kampanyaları ve eğitim ile yerine getirilir.
Eğer yasaklama, aşırı alkol tüketimi ile mücadelenin tek aracı haline getirilirse öyle bir ülkede insanların özgürce yaşam biçimlerini seçme haklarını da askıya alınmış olunur.
TAPDK, alkollü içki üreticilerinin düşmanı olmadığını i çine iyice sindirmelidir.
Giriştikleri yasaklamalar, aynı zamanda serbest girişim hakkını da zedeliyor.
İnsanların yaşam biçimlerini özgürce seçme hakkının ve serbest girişim hakkının kısıtlanması, AB üyelik hedefinin neresine sığıyor?
Uykunuzdan uyanın artık zaman geçiyor!
ÖSS sonuçları açıklandığından beri uzmanlar, gazeteciler aynı şeyi söylüyorlar: Lise eğitim sistemimiz çökmüş durumda!
YÖK Başkanı da aynı şeye işaret ediyor. “Milli Eğitim Bakanlığı ile oturup bu konuyu tartışmak gerektiğini” söylüyor.
Sınav sonuçları açıklandığından beri bakıyorum ne Başbakan’dan ne de Milli Eğitim Bakanlığı’ndan konuyla ilgili bir açıklama yok.
Normal olarak böyle bir tablo ile karşılaşınca Başbakan’ın yanına Milli Eğitim Bakanı’nı da alarak kamuoyunun karşısına çıkması gerekirdi.
Bu tabloyu değiştirmek üzere nasıl bir plan çerçevesinde hareket edileceğini, liselerdeki eğitimin iyileştirilmesi için nasıl bir reform düşünüldüğünü açıklamalıydı.
Ama olmadı. Olacak gibi de görünmüyor.
Başbakan da dáhil olmak üzere bütün yetkililer Türkiye nüfusunun gençliğinin gelecek için bize nasıl büyük bir avantaj sağlayacağını sıkça söylüyorlar.
Ancak ortaya çıktı ki bu genç nüfusu eğitimli ve verimli bir hale getiremiyoruz.
Yapılması gerekenler geciktikçe iş daha da zorlaşacak ve içinden çıkılmaz bir hale gelecek.
Eğitim ile ilgili uzmanların söylediğine göre sorun en başından kaynaklanıyor. Öğrenciler ilköğretimden, orta öğretime yetersiz olarak geliyorlar. Aynı yetersizlik burada da sürüyor. Ve bu kaçınılmaz olarak yüksek öğrenimde de kalitenin düşmesi sonucunu yaratıyor.
Böyle bir durumla mücadele etmek, çok kapsamlı, “devrim” niteliğinde bir programın hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir.
Ancak görülüyor ki böyle bir hazırlık yok.
Eski Milli Eğitim Bakanı belli ki politika yapmaktan başka hiçbir iş ile uğraşmamış. Bakanlık hazırlıksız durumda ve bizler gibi gelişmeleri seyretmekle yetiniyor.
Başbakan’ın ise aklı hálá imam hatiplerde! Neler olup bittiği onun da umurunda değil.
Bu işi düzeltmek için kaybettiğimiz her sene, sorunu derinleştirip, ağırlaştırıyor.
Muhalefetin de konuyla ilgili bir çözüm önerisini henüz görebilmiş değiliz.
Günlük kayıkçı kavgasını bir kenara bırakıp, bu sorun üzerinde hep birlikte düşünmenin ve çalışmanın tam zamanıdır.