Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Takma isimlerini asıl isimleriyle değiştirenler

FİNLANDİYA’dayken Helsinki Times gazetesinde ilginç bir haber okudum.

Twitter, Facebook, MSN çılgınlarını ilgilendiren bir haber bu.

Finlandiya Nüfus İdaresi’nin açıklamasına göre geçtiğimiz yıl 3 bin 200 Fin vatandaşı ismini değiştirmiş.

İsimlerini değiştirenler, internetteki paylaşım ve arkadaşlık sitelerinde kullandıkları “nick name”lerini yeni isimleri olarak kayda geçirtmişler.


Bir tür Temel fıkrası gibi yani! Önce internette tanınmamak için kendinize bir takma isim seçiyorsunuz, sonra mahkemeye gidip o takma ismi asıl isminiz yapıyorsunuz!


İsim değiştirenlerin çok küçük bölümü Arap göçmenlerden oluşuyormuş. İş görüşmelerinde daha kolay telaffuz edilecek bir isim arayışı içindeymişler.

Ama asıl büyük kitle takma isimlerini, asıl isim yapmak isteyenler!


Bazıları da kendilerine üçten fazla isim seçmek istiyormuş. Her duruma göre bir isim! İnternette başka, evde başka, işte başka bir isimle tanınmak ihtiyacının neye karşılık geldiğini bulamadım
.


Bu tür modalar internet sayesinde ışık hızı ile yayılıyor.


Bakalım bizim hızlı Twittercılar bu modaya da uyacaklar mı?

 

Selam yalnızlık, ben geldim!

 

GEÇEN cumartesi günü 66 derece 32 dakika 35 saniye kuzeydeydim.


Yani Kuzey Kutup Dairesi üzerinde!


Kimseyi ve özellikle Ertuğrul Özkök’ü kıskandırmak için söylemiyorum ki eşsiz bir deneyimdi.


Çocukluğumda kutupların keşfini ve kâşifleri büyük bir merakla okumuştum. Benimkisi onlara benzemiyordu tabii.


Uçakla önce Helsinki’ye, sonra Rovaniemi’ye uçtum, bir dört çekerli araç ile yarım saat yol aldım, sonra da Huskylerin çektiği bir kızak ile 2 saate yakın yol aldım ve oradaydım!


Issızlığın, sessizliğin ve uçsuz bucaksız bir buz tabakasının ne anlama geldiğini de orada anladım. Elbette gerçek soğuk havanın ne demek olduğunu da!


Sıfırın altında 32 dereceye dayanmak üzere tasarlanmış titanyum giysilerim ve botlarımın içinde titrediğimi, ayak parmaklarımı hissedemez hale geldiğimi de söylemeliyim.


Ama çok güzeldi.


Bu günlerde orada güneş bizim bildiğimiz anlamda doğmuyor. Güneş varken bir “alacakaranlık” yaşanıyor ve o da ancak dört saat kadar sürüyor, gerisi zifiri karanlık!


O karanlığın içinde bir bilinmeze doğru sürüklendiğini hissediyor insan.
Köpeklerin havlamalarını, kızağın altında ezilen buzun sesini duyuyor ve yüzünüzde rüzgârı hissedebiliyorsunuz sadece.


Benim gibi yalnızlığı ve ıssızlığı seven bir insan için bile fazlasıyla boş bir evrenin içindeymiş gibisiniz.


Teknolojinin son ürünü giysilerimin içinde sadece 2 saatte hissettiklerimi anlatabilmem çok zor. Keşke iyi bir yazar olsaydım ve anlatabilseydim.


Kutupları keşfe çıkanlar bu yolculuğu haftalarca yaptılar. Üzerlerinde sadece ayaklarına ve vücutlarına doladıkları hayvan postlarıyla hem de!

Kutup kâşiflerine hayrandım zaten, bu yolculuktan sonra bir kez daha arttı hayranlığım ve saygım. Bilindik turistik rotalardan sıkıldıysanız, bu deneyimi yaşamanızı öneririm.


İnsanın kafasındaki her türlü problemi unutup, sadece doğa ile mücadele ettiği bir yolculuk bu.


Elbette “turistik” yönleri de var. Günümüz ekonomik gerçeklerinin dayattığı bir kaçınılmazlık bu. Ama her halde dünyanın herhangi bir yerinde plastik sandalyelerde oturup, sıradan yemekler yemekten daha ilginç bir yolculuktu!

 

Noel Baba’yı buzlara hapsetmişler!

 

LAPONYA’nın en büyük kenti Rovaniemi yakınlarında Noel Baba’nın “köyü” var.


Bir postane, hediyelik eşyalar satan mağazalar, kahveler ve Noel Baba’nın evinden oluşan bir tür “Disneyland” bu. İçeri girerken biletleri satan genç kadın onların deyişiyle Santa Claus’u tanıyıp tanımadığımı sordu. “Kendisini tanırım. Antalya’dan hemşerim olur, bizim Demre’dendir” diye yanıtladım, mavi gözleriyle boş boş bakmakla yetindi.


O güzelim Akdeniz kentinde doğan bir insana “ev” olarak eksi 27 derecede yaşanan bir yerin seçilmiş olmasına üzüldüğümü söylemeliyim
.

Bu da kültür emperyalizminin bir başka sonucu! Zavallı Noel Baba’ya kimse sormamış tabii nerede yaşamak istediğini.


Sahip olduğumuz şeylerin değerini bilemiyor ve kullanamıyor olmamızın bir örneği daha diye düşündüm.
Buzlar içindeki o küçücük köyün postanesinden her sene 12 milyon mektup postaya veriliyor. 10 Euro’dan çarpıp, işin hacmini siz bulun isterseniz.

Ve bizim Demre’nin Belediye Başkanı’nın yakınmalarını hatırladım. Turistler gelip, Noel Baba’nın doğduğu yeri görüp, beş kuruş bırakmadan gidiyorlar diye yakınıyordu.


İşini bilen buzlardan bile para kazanıyor, işini bilmeyen o şahane Demre’de meteliğe kurşun atıyor!