Evren, gazetecinin davetine hücumbot ile gitmiş!
BİRAZ uzun olacak ama sıkılmayacağınıza garanti veriyorum. Bir fıkra anlatarak başlayacağım bugün.
Olay “1968 Prag Baharı”nın bastırılması sırasında geçiyor.
Varşova Paktı tankları Prag’ın varoşlarından kente giriyor. En önde Doğu Alman Tank Birliği var ve birinci tankın üzeninde de General Otto, tankçı kepini yamuk takmış, bir Romalı muzaffer komutan edasıyla çevreyi süzüyor.
Bizim Ataköy’deki bloklara benzeyen binalardan birinin en üst katındaki balkondan bir kadın aşağıya sesleniyor: “Herr Otto, Herr Otto!”
General şaşırıyor: “Bana mı sesleniyorsun” diye soruyor.
Kadın: “Evet, sen Herr Otto değil misin?”
General: “Evet benim ama beni nereden tanıyorsun?”
Kadın: “1941’de de tankla gelen sen değil miydin?”
General: “Evet ama o tarihte gencecik bir teğmendim. Beni nasıl hatırlayabildin?”
Kadın: “O zaman da arka cebinde Cumhuriyet Gazetesi vardı!”
“Türk basın tarihini” iyi bilmeyen okuyucular için söyleyeyim. Cumhuriyet, 2. Dünya Savaşı’nın hemen başında Almanya’yı destekler nitelikte yayın yapıyordu. 1968 Prag Baharı’nın bastırılması sırasında da Cumhuriyet’in yayınlarının “komünistlerden yana” olduğu iddia edilmişti.
Bu fıkra o günlerde Cumhuriyet karşıtı çevrelerce uydurulmuştu.
Kurthan Fişek’ten dinlediğim bu fıkrayı hatırlamama neden olan şey Sabah Gazetesi’nin son günlerdeki tutumuyla, 28 Şubat’taki tutumu arasında benzerlikler bulmuş olmam.
Gazete o tarihte de “güce tapıyordu”, bu tarihte de “güce tapıyor”!
“Post modern askeri darbenin” gereklerini yerine getirmişti, şimdi de “post modern sivil darbe”nin zeminini hazırlıyor.
Geçen gün Sabah’ın eski sahibi Dinç Bilgin ile yapılmış bir röportaj okudum. Söyleşi Star Gazetesi’nde Fadime Özkan tarafından gerçekleştirildi.
Bilgin, o dönem ile ilgili bir özeleştiri yaptıktan sonra Mehmet Barlas’taki değişime dikkat çekiyor. Şöyle diyor:
“Demek istediğim evet, hepimizin dolabında iskeletler var. (NTV’de) Yorum Farkı’nı izliyorum, çok zaman Mehmet’ten (Barlas) yana oluyorum, öbürüne göre daha demokrat. Ama 12 Eylül döneminde en yakın arkadaşı Evren’di. Askeri hücumbotla Boğaz’da yalısına gelmişti Evren. Biz de davetliydik. Türkiye o zaman öyleydi, hepimiz şartlanmıştık.”
Türk basınının tarihini ileride yazacak olanlar, bugünleri değerlendirirken güçlü rüzgârların önünde savrulanları, kırılmamak için boyun eğenleri daha iyi değerlendirecekler.
İhaledeki fiyatı bizler ödeyeceğiz
SÜPER Lig’in naklen yayını ile ilgili ihaleyi, birçok kişi bir maç izler gibi izledi.
Digitürk’ün kazandığı ihalede ödemeyi kabul ettiği rakam, Türkiye gerçekleri ile bağdaşmıyor.
Türkiye’deki reklam pazarının büyüklüğü ile doğru orantılı bir rakam değil. Neredeyse Almanya ile aynı parayı ödeyecekler ama Türkiye’deki reklam pazarı, Almanya’nın yarısına ulaşmıyor bile.
Bu durumda ihaledeki yüksek rakam biz maç izleyicilerine misliyle yansıyacak.
Türkiye’nin genel gelir seviyesine göre zaten oldukça yüksek olan fiyat, daha da artacak, bu kaçınılmaz.
Kişisel olarak Digitürk’ün ihaleyi kazanmış olmasına sevindiğimi söylemeliyim.
Hem naklen yayın tecrübesi ve kalitesi nedeniyle hem de yeni bir “kutu” satın almak zorunda kalmayacağım için böyle düşünüyorum.
Artık eskisi gibi olması çok zor
İSRAİL Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi’ne yaptığı terbiyesizlik nedeniyle özür dilemesi elbette ilişkilerin sürdürülmesi için önemliydi.
Ama özür dilenmesine rağmen artık Türkiye-İsrail ilişkilerinin eskisi gibi olmayacağını tahmin etmek de zor değil.
Davos’ta “One minute” çıkışıyla ikili ilişkilerde başlayan kriz, böylece daha da derinleşmiş oldu.
Artık ortaya çıkıyor ki Türkiye’de AKP, İsrail’de de ırkçı şahinler olduğu sürece bölge barışı için son derece önemli olan İsrail-Türkiye ilişkileri kolayca düzelmeyecek.
Koca Ortadoğu’da elle tutulur iki demokrasi var ve onlar da birbirlerine “kırgın”.
Dışişleri Bakanı’nın yürüttüğü “bölgedeki herkesle iyi ilişkiler kurmak” politikası ciddi bir yara almış bulunuyor.
İlişkiler yeniden karşılıklı güven ve saygı düzeyine çekilmeden de Türkiye bölgedeki önemli olduğunu iddia ettiği rolü oynayamayacak.
Bakalım, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ilişkileri eski düzeyine getirebilmek için nasıl bir formül üretecek?