Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Türk’ün Türk’e propagandası

FIRSAT bulduğum her yıl Frankfurt Kitap Fuarı’nı ziyaret ederim.

Ülkemizdeki kitap fuarlarının tersine bu fuarda kitap satılmaz.

Dünyanın her yerindeki yayınevleri bu fuara, sahip oldukları yayın haklarını satmak için katılıyorlar.

Bu fuara ilk geldiğim yıllarda “acemilikten” olsa gerek kendimi binbir türlü kitabın büyüsüne kapılmış bulurdum.

İnsan merakının ne kadar çeşitli ve derinlikli olduğuna hayret eder, bu kitapları Türkiye’de de yayımlamak için dayanılmaz bir istek duyardım.

Ve işin ilginci bu kitapların hangisini alıp Türkiye’ye getirsem satılacağına da inanırdım.

Bu inancımın yıkılması için Türk Hava Yolları’nın dönüş uçağına binmem yeterdi.

Ellerine bedava olarak verilen gazeteleri bile okumadan, gözlerini uçağın içindeki bir noktaya dikip yolculuğun bitmesini bekleyen insanları görünce bütün hevesim kaçardı.

Kültür Bakanlığı, Türkiye’de üretilen edebi eserlerin yabancı dillere çevrilmesi için özel bir proje yürütüyor.

Yabancı yayınevlerinin yayımlamak istedikleri Türk eserlerinin çevrilmesi için parasal destek veriyor.

Bugüne kadar seksenden fazla eserin yayımlanması için destek verilmiş ki Türk kültürünün dünyada tanınması için çok önemli bir proje.

Nitekim bu projeden yararlanarak yabancı dillere çevrilen eserler arasında Türkiye’nin önde gelen birçok yazarının eserleri var.

Siyasi tercihlerin bulaşmadığı ve paranın gerçekten yerine harcandığı bir devlet işini ve bunun başarısını görmek beni mutlu etti.

Ancak bu projenin yabancı yayınevlerine anlatılması için düzenlenen toplantı Türkçe olarak yapıldı.

Amaç “Türk’ün Türk’e propagandasıysa” Frankfurt’a kadar gelmeye ne gerek vardı?

Yabancılara anlatılacaktıysa neden İngilizce gibi evrensel bir dil kullanılmadı?

Bunun sebebini gerçekten anlayamadım.

Aziz Nesin’lik bir öykü

MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan ile Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın “sahte Somali heyeti ile görüştüklerini” anlatan haberi okurken Aziz Nesin’i andım.

Sağ olsaydı bundan ne güzel bir öykü çıkarırdı diye hayıflandım. Kemal Sunal’ın unutulmaz “Tosun Paşa” filmindeki “sahte paşa” rolünü hatırlayıp ona da bir rahmet okudum.

İşim gereği zaman zaman Anadolu’nun değişik kentlerinde sınırlı sermaye olanaklarıyla iş yapmaya çalışan insanlarla tanışıyorum.

Hepsinin ortak yakınmaları dertlerini anlatabilecek bir hükümet yetkilisine ulaşmaktaki zorlukları oluyor.

Türkiye’de Maliye Bakanı’na işleri düşüp de bir beş dakikalık randevu için aylarca bekleyen o kadar çok insan var ki, “sahte Somali heyeti”ne bu başarıları nedeniyle şapka çıkardım.

Sonra bu işin nasıl olabileceğini düşündüm.

Bir yabancı devlet yetkilisinin, Dışişleri Bakanlığı kanalıyla gelmeyen randevu isteğine bu kadar kolay yanıt verilmesinin ardında ne olabilir?

Yüzlerce yıllık devlet geleneğine sahip bir ülkede bunun bir tek gerçekleşme yolu var: Araya Maliye Bakanı’nın değer verdiği hatırlı bir kişinin girmiş olması.

Artık o hatırlı kişi tarikat arkadaşı mıdır, iş yapmasına özel önem verilen bir parti dostu mudur, sanıyorum bunu kolayca öğrenemeyeceğiz.

Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı’nın ortak açıklamalarında şöyle bir not da var: “Heyetin görüş ve önerileri dikkate alınmamıştır.”

En çok da bu sözlere güldüm.

Ramazan ayı ve reklamlar

RAMAZAN geldiğinde Türkiye’de gazete, dergi ve televizyonlara verilen reklamlarda ciddi bir azalma olur.

Sanki ramazan ayında Türkiye’de yaşayan insanlar evlerine saklanıp, yemekten başka bir şey düşünmüyorlarmış gibi bir saçma düşünce iş çevrelerine hákim olur.

Yıllardır reklam verenlere ve reklamcılara bu yaptıklarının yanlışlığını anlatmaya çalışırım ama ramazan gelince bizde yiyecek ve alkolsüz içecek reklamından başkasını da kolayca göremezsiniz.

Reklamın düzenli ve sistematik yapıldığı zaman etkili bir yöntem olacağını bilen az sayıdaki kuruluş dışındakiler adeta “kış uykusuna” yatarlar.

The Wall Street Journal Europa gazetesinde dün okuduğum bir makale diğer Müslüman ülke reklam verenlerinin bizdekinden farklı davrandıklarını ortaya koyuyor.

Ramazan ayında insanların aileleri ve çevreleriyle olan ilişkilerinin daha da arttığına işaret ederek, bunun tüketimi canlandırıcı bir yönü olduğu vurgulanıyor.

Nitekim Mısır’da ramazan ayında reklam fiyatları normal aylardakinin bir misli daha pahalı oluyormuş. Bunun nedeni canlanan ekonomiden herkesin bir pay alma kaygısı.

Türkiye’de iş çevreleri ramazan ayında var olduğunu iddia ettikleri ekonomik durgunluğun, kendi davranış biçimlerinden beslendiğini hiç düşündüler mi acaba?