DEVLET Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, öğrencilerin polis tarafından dövülmesini şöyle yorumladı: “Polise karşı kullanılan şiddet gerçekten aşırıydı!”
Amerika görmüş, Avrupa Birliği ile görüşmelerde “başmüzakereci” olmuş bir siyasetçi bunu söylediğinde ciddiye almak gerek. Belli ki bu özgeçmişi, Bağış’a bizlerde olmayan bir vizyon kazandırmış!
Kimsenin göremeyeceğini görebiliyor, olayların ardındaki gerçeği şıp diye kavrayabiliyor.
Biliyorsunuz son aylarda Avrupa’da da öğrencilerin ve işçilerin gösterilerinde bir artış var.
Onun için bu bakış açısı, Bağış’ın Avrupalı muhataplarını da ilgilendirecektir. Soracaklardır mutlaka: “Mr. Bagis, bu işi bize de anlatır mısınız, polis nasıl bir şiddete maruz kalmış?”
Bağış’ın hazırlıksız yakalanmasına gönlüm razı gelmediği için ben olayların filmlerini bir kez daha izledim ve bazı ipuçları çıkardım. Buyurun:
– Bir kere dayak yiyen kızlar çok bağırıyorlar. Polisin, huzur içinde görevini yerine getirmesini engelleyecek bir gürültü kirliliği yaratıyorlar ki bu hiç kuşkusuz polislerin kulak zarlarına karşı girişilmiş bir şiddet hareketi. Kim böyle bir gürültü altında sağlıklı bir şekilde çalışabilir ki?
– Yere düşen göstericiler hemen tostoparlak bir hale geliyorlar ve polisin tekme atmasını zorlaştırıyorlar. Polis rahat tekme atamayınca ne oluyor? Kuşkusuz ki aşil tendonlarında zedelenmeler, menisküslerinde yırtıklar belirme olasılığı doğuyor. Bu polise karşı uygulanan orantısız bir şiddet değilse, nedir?
– Öğrencilerin, özellikle de kız öğrencilerin saçlarının polise karşı özel olarak güçlendirildiği de anlaşılıyor. Ne kadar çekersen çek kopmuyor. Bu bir “şiddet” uygulaması sayılmasa da en azından “fair play” değil. “Sarı kartlık” bir hareket!
– Kargatulumba edilip otobüse bindirilmek istenen öğrenciler kollarını, bacaklarını çok oynatıyorlar. Allah korusun, böyle asimetrik hareketler polislerin kol ve omuz kaslarında zedelenmelere hatta yırtıklara yol açabilir. Öğrencilerin böyle bir şiddet uygulama hakları olduğu hangi kanunda yazılı?
Fitilleme işlemi tamamdır!
ANKARA Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “görevi kötüye kullanma” suçu ile ilgili ceza sınırının indirilmesine özel bir önem veriyor. Çünkü bu suçun cezası daha az olursa, kimsenin görevini kötüye kullandığı için görevden alınmasına gerek kalmayacak.
Bunu AKP’li Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ile yaptığı ve yasadışı olarak kaydedilmiş bir telefon konuşmasından öğrenmiştik.
Gökçek, Kuzu’ya, bu suçla ilgili olarak hakkında fezleke hazırlanmış milletvekillerinin listesini kendisine göndermesini istiyordu. Onları “fitilleyecek” ve yasanın TBMM’den kolayca çıkmasını sağlayacaktı.
“Fitilleme” işi iyi gitmiş olmalı ki önceki akşam TBMM’de bu konu AKP’lilerce çözümlendi.
Fitilli bir kanun değişikliğimiz oldu, bakalım Cumhurbaşkanı bu işe ne diyecek?
Görüşmeler sırasında bu “fitilleme” işi de gündeme geldi tabii. Bakın AKP’li Burhan Kuzu buna nasıl yanıt verdi:
“Yasadışı bir dinlemeyi delil olarak kullanmayı hukuk mantığıyla bağdaştıramıyorum!”
Bunu bir AKP’linin ağzından duymanın beni mutlu ettiğini söyleyeyim.
Bugüne kadar bu tür dinleme kayıtlarını günlük siyasi tartışmalarda o kadar çok kullandılar ki!
Demek ki artık bundan sonra bu tür dinleme kayıtlarına yüz vermeyecekler. Göreceğiz, bakalım.
Yalnız Burhan Bey’e söylemek istediğim bir şey var: Elbette yasadışı telefon dinlemeleri delil olarak kabul edilemez, edilmemelidir, edilmiyor da zaten.
Ama bu söz konusu görüşmenin “etikdışılığını” ortadan kaldırmıyor, ne yazık ki!
Bence Siyasal’a yakışmadı
BU yıl, Mülkiye’nin 151. kuruluş yıldönümü kutlandı. Her yıl olduğu gibi bunun için çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Dün de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bir “anayasa paneli” vardı ve CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum ile TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu da birer konuşma yapmak için okula gittiler.
Batum protestolar arasında konuşmasını tamamlayabildi, Kuzu ise bir yumurta yağmuruna tutuldu.
Öğrencilerin salonda açtıkları pankart dikkatimi çekti: “Kolektif yumurta şenliğine hoş geldiniz!”
Bu olayları internette izlerken yıllar öncesine, henüz SBF’nin ikinci sınıfında olduğum günlere gittim.
O gün de kuruluş yıldönümü için zamanın Başbakanı Sadi Irmak okula gelmişti. Büyük amfide sadece şu sözü söyleyebilecek kadar durabilmişti: “Türk çocukları!”
O zaman yumurta daha mı pahalıydı, hatırlamıyorum ama kürsüye bir şey atmadığımızı hatırlıyorum.
O gün Başbakan’ı konuşturmamanın bir marifet olduğunu zannedenler içinde ben de vardım. Ama bugünkü aklımla geçmişe dönmüş olsaydım, bunun çok ayıp ve o okulun ruhuna uymayan bir davranış olduğunu düşünürdüm.
Üniversite, her tür fikrin özgürce seslendirilmesi gereken bir yer olmalı. Katılmadığınız bir görüşü dinlemek insana nasıl bir zarar verebilir ki?
Üniversitede özgürlük için mücadele edenlerin, başkalarının da aynı özgürlükten yararlanmasını istememelerindeki çelişkiyi fark edeceklerini umuyorum.