Yerli otomobil mi bilgi teknolojileri mi?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yerli otomobil üretin” talimatı üzerine çalışmalar başladı.
Bu arada da doğal olarak her kafadan bir ses çıkıyor. Yerli otomobil üretimi için kaynak ayrılmasına karşı çıkanlar da var, fikri destekleyenler de. Normal bir demokraside olması gerektiği gibi bir durum yani!
Benim bu tartışmada ilgimi çeken konulardan biri de bu işte “Jet Fadıl” ismiyle tanınan Fadıl Akgündüz’ün dikkate hiç alınmıyor olması.
Oysa adam şu anda Siirt’te bir otomobil fabrikası kuracağını ve her şeyi hazırladığını söylüyor! Daha önce yaptığı prototipin Mercedes tarafından çalındığını bile iddia etti, hatırlayacaksınız.
Ama Başbakan bile belli ki Jet Fadıl’a güvenmiyor olmalı ki otomobili başkalarının yapmasını bekliyor.
Almanya’daki kardeşlerimizin bu konuya dikkatini çektikten sonra asıl konuya geri dönüyorum.
Bir ülkenin kendi büyük markalarını yaratmasının ne kadar önemli olduğunu gördük, biliyoruz.
Bu nedenle otomobilde de bir Türk markasının yaratılması elbette olumlu bir gelişme olur, bundan bütün ülke yarar görür.
Özel sektör, hesabını yapar, işine geliyorsa bu yatırımı yapar, markasını geliştirir. Bu kimseyi doğrudan ilgilendiren bir mesele değildir.
İşin bizleri de ilgilendiren boyutu devletin bu işin ne kadar içinde olacağı meselesi olmalı.
Yerli otomobil yapacağız diyerek yeni bir KİT mi yaratılacak? Eğer öyleyse eski KİT’leri satmak için neden bu kadar uğraştık?
Yoksa devlet bu işin içine büyük teşviklerle mi dahil olacak?
Eğer öyle olacaksa bunun alternatif maliyetlerinin ne olduğunu iyi hesaplamalıyız ki paramız boşa gitmesin.
Eğer devlet bu işe milyar dolarlar düzeyinde kaynak ayıracak ise bu parayı mesela bilgi teknolojilerinin geliştirilmesi için kullanmak çağımızın koşullarına daha uygun olmaz mı?
“Başbakan emir verdi, yapalım” diye yola çıkmak, ekonomik gerçeklerle her zaman örtüşmeyebilir, bunu iyi düşünelim.
İki yıl oldu, yanıt bekliyoruz
GEÇENLERDE hatırlattım ama kimseden bir yanıt gelmedi. Bir dönem Türkiye’de yer yerinden oynadı, ama öyle görünüyor ki hatırlayan bir ben varım!
Olayı bizler 21 Aralık 2009 tarihinde öğrendik.
Jandarma ve polisin Ankara Çukurambar semtinde yaptıkları operasyonda Bülent Arınç’a suikats planladığı iddia edilen iki kişi gözaltına alınmıştı. Sonradan bu kişilerin asker oldukları anlaşılmıştı.
İddiaya göre üzerlerinden Arınç’ın evi ile ilgili bir kroki de çıkmıştı.
Doğal olarak böyle bir olayın ortaya çıkarılmış olmasını ciddiye aldık.
Türkiye’yi karıştırmak isteyenlerin ellerinden geleni artlarına koymadıklarını geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz çünkü.
Nitekim olay iddianın ciddiyetine uygun olarak soruşturuldu.
Silahlı Kuvvetler’in kozmik odası dahi bir yargıç eliyle arandı, toplum diken üstünde bu olayın içyüzünü öğrenmeyi bekledi.
Dün bu yazıyı yazdığımda takvimde 6 Ekim 2011 tarihi vardı, saat de 15.43’ü gösteriyordu.
Demek ki aradan geçen zaman iki yıldan iki ay eksik!
O günlerde doğan çocuklar yürümeyi öğrendi, yarım yarım konuşmaya bile başladılar.
Ama o gün Ankara Çukurambar’da neler oldu, bunca gürültü neden koptu, kozmik odalar neden arandı bilmiyoruz.
Savcılık bununla ilgili takipsizlik kararı mı verdi, yoksa soruşturma daha derinleşerek sürüyor mu, bundan da haberimiz yok.
Bir yetkili çıkıp bunu açıklasa da neler olup bittiğini bu halk da öğrense iyi olmaz mı?
Fikir özgürlüğü ile terörizm karıştırılmamalı
PKK’nın kent örgütlenmesi olduğu belirtilen KCK’ya yönelik operasyonlar 14 Nisan 2009 tarihinde başlamış. BDP’den yapılan açıklamadan öğreniyoruz ki bu tarihten bugüne kadar operasyonlarda gözaltına alınanların sayısı 7 bin 748. Bunların 3 bin 895’i tutuklanmış, geri kalanlar salıverilmiş.
Tutuklu bulunanlar arasında milletvekili seçilenler de var. “Seçilmiş” olanlar bu kadar da değil. 2 İl Genel Meclis Başkanı ve 4 İl Genel Meclisi Başkanvekili, 29 Belediye Meclisi Üyesi, 10 Belediye Başkanı da tutuklu. Ayrıca 8 Belediye Başkan Yardımcısı, 2 Belediye Başkanvekili, 2 eski Belediye Başkanı da tutuklu.
KCK’nın, PKK’nın kent örgütü olması nedeniyle terörist sayılması gerektiği kanısında olanlar olduğu gibi, bu kişileri “sivil siyasetçi” olarak tanımlayanlar da var.
Elbette bu durum kafa da karıştırıyor.
Legal siyaset yapmak için kurulmuş, seçimlerde bağımsız adaylar eliyle de olsa parlamentoya da girmiş BDP gibi bir parti varken, KCK gibi bir örgütlenmeye neden ihtiyaç duyulduğu kolay anlaşılabilir bir durum değil.
Ancak bir kişiyi “terörist” ilan etmenin de somut şartları oluşmuş olmalı: Silahlı bir eyleme katılmak, toplumda korku ve dehşet yaratacak eylemler planlamak, uygulanmasına katılmak, bunun gerçekleşmesine yardım ve yataklık etmek gibi.
Bu tür işlere bulaşmamış kişileri de bulaşanlar ile birlikte bir torbaya doldurmak hukuka uygun bir durum sayılmamalı.
Gözaltına alınanların sayısı ile tutuklananların sayısını ve bizim mahkemelerimizin insanları kolayca tutuklama alışkanlıklarını dikkate alırsak belli ki “operasyon” yapılırken o kadar ince eleyip sık dokunmamış!
Terör eylemlerinden doğrudan sorumlu olanların yakalanıp yargıya teslim edilmelerine kimsenin bir diyeceği olamaz.
Ama tek kusuru “bir fikri benimsemek” olanların da gözaltına alınmaları ya da tutuklanmaları, gerçek demokrasiyi istiyorsak kabul edilebilir bir durum değildir.