Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yok aslında birbirlerinden farkları

DİYARBAKIR Emniyet Müdürü Recep Güven, “Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan değilsiniz” demişti.

Ben de böyle düşünüyorum.

Biz insanları diğer canlılardan ayıran şey, ölüye saygı duymak, ölen her kim olursa olsun onun yakınları ile empati kurabilmektir.

Ölüme sevinilmez, ölünün arkasından kötü konuşulmaz, bu bizim aynı zamanda belki bin yıllık toplumsal geleneğimizdir.

Öte yandan içine girdiğimiz ve bir türlü çıkamadığımız terör sarmalından kurtulabilmek için de kuşkusuz ki böyle bir empati geliştirmemiz gerekiyor.

Herkes sadece kendi ölüsüne ağlarsa, olacak olan tek şey ölü sayısının artmasıdır, bugüne kadar olandan farklı bir şey değildir yani.

Ama bizim TBMM’deki “üç kardeşler” benim gibi düşünmüyorlar, Emniyet Müdürü’nün başı çok ağrıyacak gibi görünüyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bunun için ağlamayacakmış, öyle söylüyor. Elitist siyaset anlayışı bir kez daha uç veriyor “Bırakın siyaseti siyasetçi yapsın. Herkes kendi görevini yapsın” demeyi de ihmal etmiyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu popülizmi ihmal etmiyor: “Genelkurmay Başkanı ağlayacak, öbürü başlayacak ağlayacak. Bu ülkede bir de ağlamayan ama ülkenin sorunlarına sahip çıkan birisine ihtiyaç var.”

Devlet Bahçeli ise Emniyet Müdürü’nün hemen görevden alınmasını istiyor.

Hiçbir konuda anlaşamayan “üç kardeş” bu konuda hemfikirler!

Bir tek Bülent Arınç farklı konuşuyor: “Diyarbakır’da görev yapmış bir insanın yaşadığı acı olayların analizini yaparak, bugünlere ışık tutmasını takdirle karşılıyorum.”

Bu kez Arınç ile hem fikirim.

Apoletsiz generallere soru

YANDAŞ medyanın apoletsiz generalleri, Suriye’de tarafı olamayacağımız bir savaşa karşı çıkanları “Esadçı, Baasçı” olarak göstermek için didinip duruyorlar. Bir yandan köşe yazıları, diğer yandan karikatürler bunu pompalıyor.

Çok kolay bir hayatları var. Düşünmek, karşımdaki ne söylüyor diye dinlemek gerekmiyor.

Kimin, neci olduğuna karar verme yetkileri var, ellerinde de Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmaları! Ona bakıp bakıp karar verebiliyorlar.

“Türkiye’nin Suriye’deki içsavaşta ne işi var” derseniz, Esadçı oluyorsunuz. “Savunma hakkı kutsaldır, adil yargılanma herkesin hakkıdır” derseniz, Ergenekoncu, Balyozcu oluyorsunuz.

Bugün ölüsünü görmek istedikleri Esad ile daha bir yıl öncesine kadar can ciğer kuzu sarması olduklarını hatırlamıyorlar bile. Esad sanki bu bir yıl içinde aşağılık bir diktatör olmuş, daha önce değilmiş gibi, o vakitler ne yazdıklarını, ne çizdiklerini hatırlamıyorlar.

Eski önderlerinin, Kaddafi’nin önünde bir takla atmasının kaldığını da hatırlamıyorlar.

Bahreyn’de, Suudi Arabistan’da sınırsız bir özgürlük varmış da tek mesele Suriye’deymiş gibi onlarla kardeş kardeş geçiniyorlar, hediyelerini geri çevirmiyorlar.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin soykırım ve insanlığa karşı suçlardan hakkında yakalama kararı verdiği adam da en iyi dostları. Hatta o adamın dünyadaki tek dostu da bunlar.

O zaman sormak gerekiyor: Suriye’de savaşa karşı çıkanlar Esadçı oluyorsa sizler ne oluyorsunuz?

Soykırımcı mı, islamofaşist mi, Kaddafici mi?

Büyükşehir Kanunu enine boyuna tartışılsın

BÜYÜKŞEHİR belediyelerinin sınırlarını il sınırlarına kadar taşıyan ve 13 yeni büyükşehir belediyesinin kurulmasını öngören kanun tasarısı TBMM Başkanlığı’na verildi.

Daha önce de bununla ilgili birkaç yazı yazmıştım, artık mesele netleştiğine göre sakıncalı gördüğüm konuları bir kez daha hatırlatayım:

Getirilen yeni sistem yerinden yönetim ilkesine uymuyor.

Bin yıllık köy düzeni kaldırılıyor, halkın küçük yerel birimlerde kendi kendini idare etmesinin ve yöneticisinden gerektiğinde yüz yüze hesap sorabilmesinin önü kesiliyor.

Köyler, bağlı bulundukları ilçelerdeki belediyelerin mahallesi olacaklar. O belediyeler, o kadar uzaktaki mahallelere nasıl hizmet götürecekler? İhtiyaçların yerinde karşılanması ilkesi unutuluyor.

İstanbul ve İzmit gibi büyükşehirler için uygun olabilecek bu sistem, illerin coğrafi yapılarına da uymuyor. Mesela Muğla, büyükşehir olunca otomobille iki saat mesafedeki Bodrum da, Antalya’ya Muğla’dan daha yakın Fethiye de aynı büyükşehir belediyesi tarafından yönetilecek.

Bu ilçelerin imar planları Muğla’da yapılacak, uygulanacak. Bölgede yaşayan halkın ne istediğinin, nasıl yaşamak istediğinin önemi kalmayacak.

İl Özel İdareleri kaldırılıyor ama onun yerine kurulacak koordinasyon merkezlerini yine valiler yönetecek. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Türkiye’nin çok büyük bölümünü yakından etkileyecek bu tasarı dilerim ki TBMM komisyonunda gerçek uzmanlar tarafından ciddiyetle tartışılsın ve sakıncalı yönleri giderilsin.

Yerel yönetimlerin elbette ciddi bir reforma ihtiyacı var ama bunu yaparken idari merkeziyetçiliği katmerli hale getirmekten kaçınılsın.