Yunanlı emekli amiraller!
YUNANLILAR ile Türklerin birbirlerine ikiz kardeşler gibi benzediklerinin yüzlerce örneğini bulabilirim.
Yüzyıllarca aynı coğrafyada ve birçok yerde iç içe yaşamış olmamızın bir sonucu olmalı. Dinler de farklı olmasaydı, acaba birbirimizden nasıl ayırt edilebilirdik sorusunun yanıtını bulmak için çok düşünmek gerek.
Yunanistan, tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Euro bölgesinin dışına çıkarılması gerektiğinden söz edenler bile var. AB’nin 110 milyar Euro tutarındaki yardımının üzerinden bir yıl geçmeden ikinci bir “hayat öpücüğü” aranıyor ki Yunanistan ayakta durmaya devam edebilsin.
Ekonominin bu acıklı durumunda Yunanistan, 2010 ve 2011 yıllarında teslim alması gereken silah sistemleri ile ilgili girişimini dondurdu.
Bunun üzerine Yunanistan’ın emekli yedi deniz kuvvetleri ve donanma komutanı bir bildiri yayımlayarak Papandreu hükümetini uyardı. Bir tür “muhtıra” yani! Aynı kişilerin yakında televizyonları gezerek fikirlerini söylemeye devam edeceklerini tahmin etmemiz zor değil, bizde de böyle olurdu zaten.
Emekli amiraller, “Doğu’dan gelecek tehdide karşı donanmanın zayıflatılmaması gerektiğinden, her şart altında silah alımının devam etmesinden” söz ediyorlar. “Doğu’dan gelecek tehdit” elbette Çin’den gelmeyecek, Türkiye’yi kastediyorlar.
Neredeyse 50 yıldır Yunanistan ile Türkiye birbirine karşı silahlanıyor. Silah tüccarlarının en çok sevdikleri iki ülkeyiz. Üstelik aynı askeri ittifak içindeyiz ve Türkiye, Yunanistan’ın da bir parçası olduğu AB’ye girmeye çabalıyor. “Komşularıyla sıfır sorun” ilkesini dış politikasının temel hedefi haline getirmiş durumda.
Ve Yunanlı amiraller hâlâ “Doğu’dan tehdit” bekliyorlar!
Onlar için silah tüccarlarının kârları, belli ki Yunan halkının çektiği sıkıntılardan daha önemli!
Köşk çevrelerinin söylediklerine dikkat
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün dayısının damadı, Süleyman Demirel Üniversitesi’nin rektörlüğüne aday olmuş.
Turan Yılmaz’ın dün Hürriyet’te yayımlanan haberine göre Gül’ün yakın çevresi şöyle diyor:
“Aday oldu ama hiçbir zaman yakınımızdır diye kendisine kol kanat gerilmedi. Aday olurken de kendisine kendi çabanla başarılı olursan olur, yoksa zorlama olmaz dedik. Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki yaklaşımı bellidir: En yüksek oyu alırsan yakınımız olması seçilmesine engel olmaz. Ama böyle bir şey olmazsa aksi de mümkün değildir!”
Prof. Dr. Süleyman Kutluhan da şöyle diyor zaten: “Cumhurbaşkanımızın karşısına en yüksek oy ile gitmeliyim. Beni üniversite öğretim üyelerinin atamasını istiyorum.”
Ama Prof. Kutluhan üniversitedeki oylamada 5. Olabilmiş ve YÖK tarafından da listeye konulmamış.
Cumhurbaşkanı’nın yakın çevresinin söylediklerinden şunu çıkarıyorum:
Gül, üniversitelerde yapılan rektör seçimlerinde en yüksek oyu alanı, kim olduğuna bakmaksızın seçebiliyor, bu kendi yakını bile olsa seçilmesine engel teşkil etmiyor.
YÖK, Cumhurbaşkanı’na göndereceği listeyi hazırlarken biliyorsunuz seçimde en yüksek oyu almayı önemli bir kıstas olarak kabul etmiyor.
Birinci seçilenleri ikinci, üçüncü sıralara bile koyduğu, üçüncü sırada oy alan adayı birinci yaptığı bile oluyor.
Daha geçtiğimiz haftanın sonunda böyle yaptıkları bir listeyi Köşk’e gönderdiler, hatırlayacaksınız. Dün de bu konuya değinmiştim. Cumhurbaşkanı’nın yakınlarının söyledikleri ne kadar doğru çıkacak, yakında hep birlikte göreceğiz.
Bakalım Cumhurbaşkanı en çok oyu alan adayları mı atayacak, yoksa YÖK’ün kafasına göre oluşturduğu listeye mi uyacak?
Yeni bir derin devlet yapılanması mı?
SEÇİM süreci başladığında AKP’nin temel stratejilerinden birinin MHP’yi barajın altına itmek olduğu çok yazıldı, çizildi.
Çünkü Başbakan’ın istediği türden bir Anayasa değişikliği yapmak için AKP’nin daha çok milletvekiline ihtiyacı var ve MHP’nin baraj altında kalması AKP’ye misliyle yansıyacak.
Öte yandan MHP’nin baraj altında kalma olasılığı, MHP’ye oy vermeyi düşünen bazı kişilerde, “Oyum boşa gitmesin” duygusunun yaratılmasına da yol açacak ki bundan da en kârlı çıkacak partinin AKP olduğunu referandum oylamasında MHP tabanının gösterdiği tutumdan anladık.
Bu hesaplar belli ki seçimden çok öncesinde yapılmış. Belki de hemen referandumdan sonra!
MHP’lilere tuzaklar kurulmuş, videolar çekilmiş ve bunları yayınlamak için hazırlıklar yapılmış, seçime az bir zaman kala da okyanus ötesindeki internet siteleri üzerinden servise konuyor.
Elbette bunun AKP yöneticilerinin bilgisi dahilinde yapıldığını söyleyecek değilim.
Türkiye’de bile bunun mümkün olamayacağına inanırım, çünkü önünde sonunda birisinin çenesini tutamayabileceğini herkes bilir!
Bunu yapanlar küçük ama çok güçlü bir organizasyon olmalı. Kapalı özel alanlara kameralar koyabiliyor, elde ettiği görüntüleri arşivleyip saklayabiliyor, zamanı gelince de servise koyabilecek bir ağa sahipler!
Bir tür “derin devlet” yapılanması gibi. Oturmuşlar, bir karar almışlar, gereklerini yerine getiriyorlar, bu arada insanlara ne oluyor umurlarında değil. Kendilerinin “yüce bir amaca” hizmet ettiklerini düşünüyorlar ve bunun için ne gerekiyorsa yapabiliyorlar.
AKP sözcülerinin ve basındaki yandaşlarının çok sevecekleri türden bir “derin devlet” teorisi bu ama yine onların söyleyip yazdıklarından biliyoruz ki “eski derin devlet” Silivri’de hapiste yatıyor!
Yoksa bu arada yeni bir “derin devlet yapılanması” mı ortayla çıktı?