Fransa seçimlerinin ilk tur sonuçlarının açıklanmasının üzerinden dakikalar geçmeden, ülkenin demokratik güçleri, ırkçı-faşist Le Pen karşısında birleşmekte bir an bile tereddüde düşmediler…
Seçim sonuçlarını “demokrasinin bir cilvesi” saymadılar…
“Durun bakalım önce bir icraatını görelim” demediler…
Pazarlık kapılarını açık bırakmak için “yarın yetkili kurullarımızı toplayıp, durumu enine boyuna tartışacak ve kararımızı vereceğiz” yoluna sapmadılar…
“Adam değiştiğini söylüyor, niye inanmıyorsunuz?” hayalciliğini göstermediler…
Demokratik cumhuriyeti korumak için birleştiler ve seçimin ikinci turunun sonucunu yapılmadan önce ilan ettiler…
Le Pen’in Avrupa coğrafyasındaki en yakın arkadaşlarından birisi, Necmettin Erbakan benzer bir seçim galibiyeti aldığında bizde bunların hiçbiri olmadı.
Seçimi kazanan partilerden ikisi, yanlarına Hoca’yı da alıp bir hükümet kurup kuramayacağının, yeniden iktidar olup olamayacağının hesabını yaptı.
Sonuçta birinin hesapları tuttu, öbürünün tutmadı…
İktidar hesapları ve…
Hesabı tutan ve iktidara ortak olan, Hoca’nın bütün girişimlerine göz yumdu.
“Şu kadar bakanlık, bu kadar genel müdürlük” hesabıyla paylaştığı devlette, ortağının ne tür hayaller peşinde olduğuyla hiç ilgilenmedi.
Libya’da bedevi çadırlarında yaşanan rezaletleri, Başbakanlık konutundaki “davetleri”, basını susturmak ve kendi yanına çekmek için giriştiği çabaları görmezden gelmeyi tercih etti. Hatta bazılarına destek olmakta tereddüt etmedi.
İş giderek çığırından çıkıyordu ki; Sincan’da tanklar bir “balans ayarı” için sokağa çıktılar ve tesadüfen iki tanesi kentin giriş ve çıkışında “bozuldu”. Ardından 28 Şubat MGK kararları, Başbakan’ın istifası ve Cumhurbaşkanı’nın “demokratik sürprizi” ile yeni bir hükümet kuruldu, Necmettin Erbakan hayallerini yanına alıp iktidardan uzaklaştı.
Bütün bu sürecin salt bir “askeri müdahale süreci” olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bence hayır… Bugün Fransa’da gördüğümüze benzer bir sivil destek olmasaydı, demokrasiye ve rejime yönelik tehdit böyle kolaylıkla bertaraf edilemezdi.
Sivil desteğin gücü
Günler boyunca evlerde yanıp sönen ışıklar, çalınan düdükler, birbirine vurulan tencere kapakları “seçimin ikinci turu”ndan başka bir şey değildi.
Bu protesto sadece “Susurluk” için değil, ona arka çıkan ve rejimin özüne yönelik değişiklikler hayal edenlere, “gulu gulu dansçılarına” karşı da yapılmıştı.
Bizde demokratik sistemin aktörleri, iktidar hesaplarına gireceklerine, Fransa’daki gibi rejimin yanında saf tutmayı başarabilselerdi bunların hiçbiri de yaşanmayacaktı…
Ne rejimin üzerine “asker gölgesi” düşecek, ne de Türkiye’yi İranlaştırma heveslileri istedikleri yolda ilerleme olanağı bulacaklardı.
Demokrasinin kendi kendisini koruma refleksi o gün Türkiye’de böyle ortaya çıktı, bugün Fransa’da böyle ortaya konuyor…
Biraz üzerinde düşünürsek hangisinin daha iyi ve geçerli bir yöntem olduğunu kolaylıkla bulabiliriz.
“İki turlu seçim” fikri kolaylıkla bir kenara atılacak bir fikir değil… Rizeli Şevki’lerin, Sultanbeylili Recep’lerin bazı insanları kolaylıkla etkileyebildiği bir ülke olduğumuzu düşünürsek, hiç değil…