MİLLİYET

 Dostoyevski “Hepimiz Gogol Baba’nın paltosunun cebinden çıktık” demişti… Muhteşem Rus edebiyatının bütün büyüklerini kastederek… Ama bir adam var ki Gogol da onun cebinden çıkmıştı: Puşkin… Nikolay Vasilyeviç Gogol, Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in en çok değer verdiği öğrencilerinden birisiydi.

Puşkin’i lise yıllarımda tekrar tekrar okumuştum. Ama yıllar sonra onu yeniden hatırlamama bir “teknik hata” neden oldu aslına bakarsanız…
İki üç hafta önce, İstanbul dışında bulunduğum bir sırada gazeteye telefonla yazdırdığım bir yazı şöyle bitiyordu: Putin uyuyor mu?

Hatanın hatırlattıkları…
Hangi gizli güç buna yol açtı bilmiyorum ama yazının son cümlesi gazetede böyle çıktı: Puşkin uyuyor mu?
Puşkin elbette uyuyordu, sonsuz bir uykuya yatmıştı ve artık uyanmasına da hiç olanak yoktu… Müslüman olmasa da “Puşkin rahmet istedi” diye düşündüm, bu hatanın üzerinde durmadım.
10 yıl kadar önce Amerika’da “Puşkin’in Gizli Güncesi” isimli bir kitap yayımlandı. İddiaya göre Puşkin ölmeden önce bu anılarını yazmış ancak yüz yıl sonra yayımlanmasını şart koşmuştu. Amacı, anılarında sözünü ettiği insanların onurlarının yaralanmamasıydı.

Gizli Günce’nin sırrı…
Puşkin’in gerçekten de böyle düşünmesinin mümkün olduğunu biliyoruz. Karısının onurunu korumak için girdiği bir düelloda yaşamını kaybetmiş olmasından da belli bu…
Türkçe’ye de çevrilen bu kitabın Puşkin’e ait olup olmadığı uzun uzun tartışıldı. Bugün genel kabul gören görüş anıların Puşkin’e ait olmadığı, birisi tarafından uydurulduğu yolunda. Ama anıları okuduğunuzda, “bunları pekâlâ Puşkin de yazabilirdi” diye düşünmeniz için de birçok neden var. Yalan söyleyenin günahı boynuna deyip, bu faslı kapatıyorum…

‘Hiçbir aşk yok olmaz’
Gizli Günce’yi okurken bazı satırların altını -sanırım Puşkin gibi bir dahinin yazdığını düşündüğüm için- çizmişim, bunu da yeni fark ettim.
Bir yerde şöyle yazılmış: “Kadınlar hakkında öğrenilenler arttıkça, onların gerçekte karşılaştırılmalarının anlamsız olduğunu anlarsın. Birinin diğerinden daha iyi ya da daha kötü olmadığı yönündeki düşünceler ikna edici hale gelir. Tanıdığın her kadın, yeri değiştirilemez bir kadındır ve hiçbir aşk yok olmaz ve sonsuza kadar içinde seninle kalır. Böylece her kadın unutulmazlaşır.”
Puşkin’in yeniden hayatıma girmesine neden olan hata nedeniyle karıştırdığım kitapta başka birçok altı çizili yer var. Ama sanırım beni en çok etkileyen bölüm bu olmuş.

Her kadın, yeni bir bahçe
Aşka, üç yıldır, beş yıldır diye ömür biçen zamane yazarlarının görüşlerine karşı çıkmamın altında belki biraz da bu sözler yatıyor.
Erkek çocuklarda gözlediğim “hamlığın” nedeninin de esasen bu olduğunu düşünüyorum. Çocuk büyüdükçe hayatına giren kadınlar çeşitleniyor, sayısı artıyor. Ve her kadın o “ham erkeği” olgunlaştırıyor, yeni bir kıvama getiriyor.
Ahmet Altan’ın dediği gibi tanıdığımız her kadın yaşamımızda yeni bir bahçe açıyor. Her bahçenin görüş ufku farklı ve erkek en son hangi bahçedeyse o bahçenin sınırladığı bir ufukta dünyaya bakabiliyor.
Kadınlar olmasaydı ne can sıkıcı ve korkunç bir hayatımız olacaktı. Ve en kötüsü hepimiz birbirimize benzeyecektik. Toptan, paradan ve siyasetten başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir sürü sakallı çocuk…