Hafta sonunda Kuşadası’ndaydım. Türkiye’nin “gelişmeye” ilk açılan, “turizm cenneti”nde… 
Kuşadası’na neredeyse 25 yıldır her sene giderim. Kimi zaman bir-iki gün, kimi zaman bir-iki hafta..
Eğer Kuşadası’nı Türkiye’nin öteki turistik yöreleriyle karşılaştırmam gerekseydi, bulabileceğim en iyi örnek Antalya olurdu.. İkisini de ta çocukluk yıllarımdan beri bildiğim, gelişmelerini yakından takip edebildiğim için.. 
Ama şimdi iki kenti gözümün önüne getirdiğimde Kuşadası’na sadece acıyabiliyorum.
Dubleks villa mezarlığı
Açgözlülüğün, plansızlığın, yağmacılığın kurbanı bir kent oldu Kuşadası..
Oysa tüm dünyanın gözbebeği olmak için ne çok şeye sahipti.. Bir liman, uçsuz bucaksız kumsallar ve benzerlerine bütün Ege’de kolay kolay rastlanamayacak doğal plajlar, eski bir kalenin çevresine kurulmuş şirin bir şehir, özgün mimari, bir saatlik mesafede bir havaalanı ve İzmir gibi bir metropol, Efes, Meryem Ana, rüya gibi bir milli park, şeftali bahçeleri, Türkiye’nin en eski tatil köyleri! 
Türkiye “turizm” nedir bilmezken Kuşadası’nı bir turizm merkezi haline getirmek için çabalayan valiler, kaymakamlar, turizm müdürleri..
Şimdi elde ne var?
Her belediyenin bir ucundan “imara açtığı” bir “dubleks villalar mezarlığı”.. 
En az 50 yıl yeter
Güzelim bahçeleri, kıyıları, dağları tepeleri işgal eden, aralarından artık rüzgâr bile geçmeyen sözde “tatil evleri”, yarım kalmış her biri 10-15 katlı dev bloklar, yetersiz su kaynakları!
Üç beş yağmacı hariç herkesin kaybettiği bir oyunun kurbanı..
Siyasal inancım, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin, demokrasinin gelişmesi için vazgeçilmez koşullardan biri olduğunu söylüyor bana..
Kuşadası’nı görünce temellerinden sarsılan bir inanç! 
Hükümet son bir gayretle orman alanlarını, kıyıları, doğal ve tarihi sit alanlarını imara açmadan önce Kuşadası’nın neden bu duruma düşürüldüğünü de incelemeli bence..
Amaç, bütün kıyı şeritlerini, ormanları Kuşadası’nın başka yörelerdeki benzerleri haline getirmek değilse elbette.. 
Çevrede dolaşırken gördüğüm boş “villalar”, daha bir on yıl hiç inşaat yapılmasa dolmayacak kadar çok..
Yarım kalmışların tamamlanması bile Türkiye orta sınıfının bir 50 yıllık ihtiyacını karşılamaya yeter de artar bile.. 
Kim kazandı?
Bu satılmamış, boş duran tatil evlerinden kim para kazanmış olabilir? Müteahhitler? Sanmıyorum, yapılıp satılmayan şeylerden nasıl para kazanılsın ki?
Evleri alanlar? Sanmıyorum, daha satılmamış, tamamlanmamış binlerce evin olduğu böyle bir yerde satın aldığınız evin değeri nasıl artabilir ki? 
Açgözlülüğün kanıtı..
Kimin kazandığı çok açık aslında: Buralara bu inşaatların yapılmasına olanak sağlayanlar… İmar planlarını değiştirenler, üç ev yapılabilecek yere on ev yapılmasına göz yumanlar, yerel iktidarlarını sürdürürken bir yandan da ceplerini şişirenler.. Gördükleri her güzellik karşısında “Burayı nasıl yapar da satarım?” diye düşünenler.. 
Kuşadası’nı mümkün olsa da bu haliyle hiç dokunmadan saklayabilsek.. 
Açgözlülüğün, doymak bilmezliğin bir toplumun ve kentin yaşamını nasıl etkileyebileceğini tüm dünyaya ve gelecek kuşaklara gösterebileceğimiz “dev bir açık hava anıtı” olarak.. Bir tür yolsuzluk müzesi…
