MİLLİYET

A'dan Z'ye Semra'nıma 'takılıyoruz'

 Bizimki gibi gelir düzeyi düşük ülkelerde, dar gelirli insanlar için en büyük eğlence hiç kuşku yok ki televizyonlar..

Bir adım ileri gidip gelir düzeyi yüksek ülkelerde dar gelirli insanlar için de bunun böyle olduğunu söyleyebiliriz.
“Gelinim Olur Musun?” ve “Size Anne Diyebilir Miyim?” isimli benzer içerikli iki ayrı programın çok yüksek izlenme paylarına ulaşması bu açıdan normal.
Zaten yapacak bir şey yoksa ve evde yatma saatine kadar oyalanacak bir şeyler arıyorsanız, bu tür programları izlemenizde de bir anormallik yok.
İçinde bulunduğunuz yaşam koşullarının sıkıntılarını unutmak, ertesi gün herkesin konuştuğu konulara yabancılık çekmemek ve hatta televizyonda izlediğiniz tiplere bakıp halinize şükretmek için bundan daha iyisini bulmak da kolay değil.

Herkesin favorisi
Nitekim televizyonlarda yayımlanan programların izlenme oranlarını belirleyen ölçümler de bunu açıkça gösteriyor.
Program izlenme oranlarını gösteren tablolara, bir gazete yöneticisi olarak yaptığım iş gereği düzenli olarak bakmaya çalışıyorum. Benim bunu yapmayı ihmal ettiğim günlerdeki açıklarımı da Milliyet Magazin Müdürü Ali Eyüboğlu kapatıyor.
Türkiye’nin, AB serüveninin en önemli dönemecini geçtiği gün, nasıl olup da insanların bu haberleri izlemek yerine, Semra’nımı ya da Sinem’i izlemeyi tercih edebildiklerini bulmaya çalışırken ölçüm tablolarında bir şey dikkatimi çekti.
Sözünü ettiğim iki program da, A ve B grubu izleyiciler tarafından diğer izleyiciler kadar yoğun seyredilmişti. Aynı gruptaki televizyon izleyicilerinin çok küçük bir bölümü haberlere ilgi göstermişti.
Kim bu A’lar, B’ler?
Önce A ve B grubu izleyici ne demek ona kısaca bir bakalım:
İçine Türkiye’de yaşayan herkesi sığdırabileceğimiz büyüklükte bir üçgen tasavvur edin. (Aslında bir piramit bu ama o kadar ayrıntıya gerek yok, iki boyuta indirgersek daha kolay olacak.) İnsanlar öyle dağılmışlar ki üçgenin en tepesinde gelirden en çok pay alanlar, en dibinde de gelirden en az pay alanlar bulunuyor.
Üçgenin tabanına doksan derece açı yapacak şekilde çıkan ve üçgenin en uçtaki tepe noktasına ulaşan hayali bir çizgi düşünün ve bu çizgiyi beş eşit parçaya bölün. Sonra bu noktaları, üçgenin iki kenarı ile birleştirin.
Bir basit denklem
Elimizde beş parçalı bir üçgen var şimdi.. En üstteki parça “A”, altındaki “B” ve en alttaki de “E” olarak bunları isimlendirin.. (Şekle bakınız!)
Bunlara “sosyoekonomik sınıf” (SES) adını veriyoruz. “A” grubu gelirden en çok pay alanlarımızı belirliyor.. “E” grubu ise en az pay alanları.. A ve B SES grubu dediğimizde şunu anlıyoruz: Bunlar öyle insanlar ki; büyük çoğunluğu iyi eğitim görmüş, iyi gelir elde edebilen, toplumun tüketimine sunulmuş her türden tüketim ürününü (otomobilden kitaba, tiyatrodan plazma TV’ye kadar) satın alma gücü olan insanlar..
Yani hallerinden memnun olması gereken, durumuna şükretmek için televizyonda daha kötü yaşamları izlemek zorunda olmayan insanlar..
Ya da boş vakitlerinde okumak için kitap alabilen, DVD’lerine film satın alıp izleyebilen, arkadaşlarıyla birlikte lokantaya yemek yemeye gidebilen, dostlarıyla barda içki sohbetine “takılabilen”, tiyatroya, konsere para verdiğinde bütçesi sarsılmayan insanlar…
Peki ama neden?
Bu insanların bütün bu etkinliklerden vazgeçip Semra Hanım’ı izlemelerini nasıl açıklamalıyız?
Yanıtlardan biri, paranın giderek el değiştirdiği ve giderek daha az eğitimli insanlarımızın daha çok zengin oldukları olabilir mi?
Yoksa, Türk toplumunun “zengin”lerinin kültür ve sanata merak duymuyor olmalarının başka bir açıklaması mı var?
Geleneksel köylü yapıyı kıramamak, kentli modern insanlara dönüşememek bir yanıt olabilir mi?
Yoksa bu tabloya bakıp endişelenmek yerine, mutlu mu olmalıyız: Böyle bir toplumda bile Orhan Pamuk gibi yazarlar, Leyla Gencer gibi evrensel sanatçılar çıkabiliyor!
Bunların sayısının daha da artmıyor olması, kültürel erginliğe hâlâ ulaşmamamız mı acaba?