MİLLİYET

Türk'üz türkü söyleriz!.

  Seçim öncesi İzmir’deydim. Kordon’da dolaşırken yol boyunca yan yana sıralanmış lokantalar ve “kafe”ler arasında bir tanesinin adı dikkatimi çekti. Büyük ışıklı levhada şu yazılıydı: “Tiamo – Türkü Bar..”

Bu ilk öğrendiğim İtalyanca deyişti: Seni seviyorum!..
Aslında doğrusu “Ti amo” şeklinde olmalıydı ama ismi koyan ve levhayı yazanlar bunu pek önemsememiş olmalı..
Bizim kuşak İtalyanca şarkılarla büyüdü sayılır. Peppino Di Capri, Adriano Celantano, Mina, Milva, Rafaella Carra, Al Bano ve diğerleri… Ve elbette ilk gençlik aşklarımız: Edwige Fenech, Gloria Guida…
İtalyanca kelimeleri kalıplar halinde ezberlemiş olmam o yıllara denk geliyor. Belki bir gün işe yarar diye!..
Hiçbir İtalyan kıza bunları söyleme olanağım olmadı ama Türkiye’de eskiden bir hayli işe yaradığını söylemeliyim, hâlâ yarar mı bilmiyorum..

Milano ve lahmacun
Tam bir hafta sonra epeydir görmediğim Mısır Çarşısı ve Eminönü sokaklarında dolaşırken, Sirkeci’de eskiden Anadolu’dan gelenlerin ilk uğrak yeri olan otellerin bulunduğu yerde bir başka tabela dikkatimi çekti. Tabelada şu yazılıydı: “Sayanora Turistik Eğlence Merkezi – Disco & Türkü.”
Yıllar önce Kuşadası’nda Davutlar yolu üzerinde gördüğüm bir başka tabelayı hatırlattı bunlar bana: “Pizza Milano – Pide, lahmacun, kebab”.. “İtalyan lokantası” çağrışımı yapan bir isim altında klasik Türk “hızlı yemekleri” satılıyordu.
Kordon’da ise İtalyanca bir isim, “Türkü” gibi bize özgü bir şeye “destek vermek amacıyla” kullanılmıştı.
Sirkeci’deki ise daha garip geldi bana.. Japonca bir isim, turistlere hitap eden bir tesis ve türkü!
Son yıllarda ortaya çıkan bir gelişme, “türkü bar” kavramı..
İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da çok sık rastlıyorum bu tür yerlere.. Eminim Anadolu’nun öteki kentlerinde de hiç olmazsa bir tane “türkü bar” vardır.
Bunlardan bazılarına merakımı yenmek için gittim de..
Genellikle duvarları kilimler, bakır kap – kacak, tahta kaşıklar ile süslenmiş oluyor. Oturulan masalar benim gördüklerimin tümünde “yer sofrası” kıvamındaydı!.. Alçak tabureler, üzerine bakır siniler konmuş bir rahle, taburelerin üstünde kilimden bozma minderler..
Müzik genellikle “ritm box” desteğiyle tek bir kişi tarafından çalınan bir sazla yapılıyor. Büyükçe barlarda müzisyenler artıyor, iki – üç saz, bir tef, kaval, davul.. Ankara’da gittiğim Baran isimli yerde ise koca bir orkestra, mükemmel bir performans gösteren biri erkek, diğeri kadın iki solist vardı ve Kürtçe türküler söylüyorlardı..
Müşteri profilini Türk orta sınıflarına mensup insanlar oluşturuyordu. Doğum günü ya da evlilik yıldönümü kutlayan genç insanlar, çalan türkülere gösterdikleri katılımlardan “solcu” olduklarını hemen anlayabileceğiniz orta yaş grubundan “eski tüfekler”.. Koltuklarının altında kendi bastırdıkları kitaplarını satmaya çalışan halk ozanları..

Kendi kentini yarat
Acaba ne oldu da “türkü bar” kavramı bir anda popüler kültürümüzün ayrılmaz bir parçası haline geldi?
Elbette ayrıntılı bir açıklamaya muhtaç. Ama ben en genel bakışla bunu 1980’lerden itibaren Türk toplumunu etkisi altına alan değişim sürecinin bir sonucu olarak görüyorum. Köyden kente göç ile başlayan ve bu sürecin yarattığı dinamiklerle gelişen, toplumun bazı kesimlerinin kendilerine özgü bir kültür ve sanat anlayışını geliştirebildikleri bir sürecin sonucu..
Kentte yaşadığı halde Batılı anlamda kentlileşmeyi başaramayan, hatta belki kentlileşmek için hiçbir çaba da göstermesine gerek kalmadan “kendi kentini” yaratabilen, “batı kompleksini” üzerinden atmış kitlelerin eseri bu..
Ama neden İtalyanca ve Japonca isimlere gerek duyduklarını da hâlâ çözebilmiş değilim.