Geçenlerde katıldığım “alaturka” bir davette söylenen şarkılara dikkat ettim de neredeyse hepsi, biten bir aşkın arkasından düzülmüş ağıtlardan başka bir şey değil..
Giden sevgilinin arkasından ağlayan, hiç kavuşulmamış aşklar yaşayan, aşkın bir yaz yağmuru gibi bitivermesinden yakınan şarkılar..
Uzayın bir yerlerinde bizden daha ileri canlılar varsa ve bu dinledikleri şarkılardan yola çıkarak Türk toplumunu anlamaya çalışıyorlarsa, işleri gerçekten çok zor. (Ses dalgalarının kaybolmadan ama zayıflayarak uzaya doğru yayıldığını okumuştum bir yerlerde.. Eğer bu çok zayıf ses dalgalarını ayrıştırıp güçlendirerek dinleyebilecek bir aletiniz varsa Plüton’da ayaklarınızı uzaya doğru sallandırıp istediğiniz her şarkıyı da dinleyebilirsiniz, kapı aralarında arkanızdan söylenenleri de…)
‘Aşka âşık’ millet
Bu şarkıları inceleyen uzaylı bilim adamı, defterine büyük olasılıkla şöyle bir not düşerdi:
“Bu Türkler esasen ‘aşka âşık’ bir millet. Fakat âşıkların birbirlerine sadakatleri çok az. Adamı (ya da kadını) en derin acılar içinde kıvranırken bırakıp kapıyı çarpıp çıkıyorlar! Aralarında bunun sorumluluğunu doğrudan doğruya ‘şarkılara’ yükleyenler bile var: Ah bu şarkıların gözü kör olsun! Hatta şunu bile söyleyebiliriz: Terk edilen aşıklar olmasaydı, Türkiye’de müzik de olmayacaktı!”
4 temel hormon
Şaka bir yana, Elele dergisinin mayıs sayısında yayımlanan bir haber, Türk müziği için de tehlike çanlarının çalmakta olduğunu düşündürttü bana..
Haber özetle şu: Bilim adamlarının araştırmaları, aşkı etkileyen dört temel hormon saptamış.
(1) Dopamin: Bir başka insanı çekici bulmamızı sağlayan ve bizi aşktan deliye döndüren bir hormon.
(2) Serotonin: Tatmin duygusunu açığa çıkaran mutluluk hormonu.
(3) Testosteron: Karşımızdaki insanı üreme içgüdüsüyle arzulamamızı sağlayan bir hormon.
(4) Oksitosin: Çiftlerin birbirlerine sevgiyle bağlanmalarını sağlayan bir hormon.
Onsuz olmuyor
Amerikan Kuzey Carolina Üniversitesi profesörlerinden Kathleen Light, deney hayvanları üzerinde yaptığı bir çalışmayla oksitosinin bu etkisini ortaya çıkarmış.
Damarlarına “oksitosin” zerk edilen kobaylar, birbirlerinden hiç ayrılmıyorlarmış. Oksitosin verilmesi kesildiğinde ise bir süre önce burun buruna koklaşan kobaylar, dönüp birbirlerine bakmıyorlarmış bile..
Sonsuz aşkın sırrı
Profesör Light, yakında aynı deneyi insanlar üzerinde de tekrarlamaya hazırlanıyor. Eğer başarılı olursa “oksitosin” salgılanmasını sağlayacak ilaçların piyasaya çıkabileceğini ve âşıkların birbirlerinden artık hiç ayrılmayacaklarını söylüyor.
Elele, haberi “Bir doz sonsuz aşk aşısı” başlığıyla vermiş.
Ben de “sonsuz aşk” peşinde koşanlara faydam dokunsun diye küçük bir araştırma yaptım. Üzülerek söylemeliyim ki öyle domates, biber, brokoli yiyerek “oksitosin” seviyenizi artırmanız mümkün değil. Hipofiz beziniz, sizin ne yiyip içtiğinizle pek ilgilenmiyor çünkü..
Yakın temas şart!
New Jersey’deki Rutgers Üniversitesi profesörlerinden Helen Fisher, “oksitosin” salgılanmasının ancak “yakın temas” ile mümkün olabileceğini söylüyor.
Birbirleriyle sürekli “muck muck” yaşayan, durduk yerde birbirine sarılan, birbirine masaj yapan, okşayan çiftlerde oksitosin düzeyinin yükseldiği tespit edilmiş. “Çok horluyor” diye eşiyle yatağını ayıran çiftlerde de giderek azaldığı!.
Ben söylemiş olayım, “oksitosin” meselesini ihmal etmeyin!
Ama günün birinde “sonsuz aşk aşısı” piyasaya çıkarsa, rakı içerken ne dinleyeceğiz, onu da bilmiyorum doğrusu..