MİLLİYET

AKP ve takiye tartışmaları..

 Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı gün Yeni Şafak’ta Hayrettin Karaman imzasıyla yayımlanan yazı, günümüzde “takiye”nin nasıl anlaşıldığını ve nasıl algılanması gerektiğini gösteriyordu.

Karaman, Gündüz Aktan’ın Radikal’de yayımlanan bir yazısına yanıt veriyor.
Aktan şöyle yazmıştı:
“Atatürk’ün din ve devlet işlerini ayırmasına ise ‘İslam böyle bir şeyi kabul etmez’ diyenler, ibadet ile muamelat ayrımından haberdar değiller midir? Büyük fakih Necmettin et – Tufi’nin ‘Muamelatta hükümler maslahata (halkın menfaatlerine) göre belirlenir, bu alanda dinin verileri sadece bir örnektir, tüm zamanları bağlamaz/ demiştir. Kadı Abdülcebbar ise ‘Eğer (akıl ile vahiy) çatışır gibi bir görünüm ortaya çıkarsa akıl esas alınır, vahyin verileri akla uygun hale getirilmek üzere yorumlanır/ hükmünü vermiştir.”
Hayrettin Karaman da yazısında bu görüşü yanıtlıyor.
Hiç kuşku yok ki Karaman da, Aktan da bu konulara benden daha çok vâkıflar.
Bu nedenle aralarındaki tartışmaya katılacak değilim.
Ancak, Karaman’ın yazısında belirtilen bazı düşüncelere dikkat çekmek istiyorum.

Laikliğe mecbur olmak
Karaman şöyle diyor: “Laik Cumhuriyet hukuk, yönetim, eğitim, ekonomi, ahlak.. ile dinin ilişkisini kesmiş, bunlara dinin karışamayacağını, bu alanların dinden bağımsız akıl ve bilim ile düzenleneceğini karara bağlamıştır. İşte bu kararı ve bu manada laikliği İslam ile bağdaştırmak mümkün değildir.”
Karaman, daha sonra bu görüşünü açıyor ve dinin bazı alanları akla bırakıp bırakmadığını tartışıyor.
Vardığı sonuç şu:
“Laik, seküler ve çoğulcu bir düzende yaşamak durumunda kalan Müslümanlar, bu düzenler İslama uygun olduğu için değil, buna mecbur oldukları için – ve din, mecburiyet halinde izin verdiği için – tahammül ederler, fiilen uyum gösterirler; içinde bulunduğumuz şartlarda çözümü, zorla uzlaştırmada, olmayacak şeylerin peşinde koşmada değil işte burada aramak gerekir.”
Karaman’ın burada ifade ettiği ve önerdiği yöntemin “takiye” olduğu görülüyor.
“Takiye” sözü günlük yaşamımıza Hasan Cemal’in Turgut Özal ile ilgili olarak yazdığı bir kitapla girdi.
O gün bugündür de bu konu tartışılıyor.

AKP tablonun neresinde?
Tartışmanın AKP’nin tek başına iktidara gelmesi ile yeniden alevlendiğine tanık olduk.
Bazı çevreler, AKP’nin demokratik açılımları savunmasının ve hatta AB üyeliğinin peşinde istekle koşmasının da “takiye”nin bir parçası olduğunu düşünüyorlar.
AKP’nin kendisi de “klasik İslamcı bir çizgide” olmadığını, yeni siyasal çizgisinin “muhafazakâr demokratlık” olduğunu savunuyor. AB ve demokratikleşme gibi önemli politik konulardaki yaklaşımı ile de bunu kanıtlamaya çalışıyor..
Yeni Şafak gibi AKP’ye yakın bir çizgideki gazetede yayımlanan böyle bir yazının gösterdiği bir şey var: Dışardan bakıldığında “İslamcı” çevreler homojen gibi görünse de aslında aralarında önemli görüş ayrılıkları var.
Bütün mesele, AKP’nin bu siyasi tabloda kendisini nasıl ayrıştırdığı..
AKP içinde ne kadar temsil gücüne sahiptir bilemiyorum ama örneğin Esenler Belediye Başkanı’nın “İmam hatipliler iftarı”nda yaptığı konuşmanın içeriği bu tür bir ayrışımın tam olarak sonuçlanmadığını da gösteriyor. (Konuşmayla ilgili haber bugünkü Milliyet’te yer alıyor.)
AKP’nin kendi çizgisini daha net tanımlamaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Bu net tanım yapılmadıkça da “takiye” tartışmaları hiç bitmeyecek.