MİLLİYET

Aşk, affetmeye her an hazır olmak mıdır?

 Çiğdem Anad, “Hayat geçiyor, sen neredesin?” isimli yeni yayımlanan kitabında soruyor bu soruyu:

“Aşk affetmeye her an hazır olmak mıdır? Kusurları boş görmek için bahaneler bulup, kendini kandırmak mıdır aşk? Herkesin kötü gördüğünü bile iyi görmek midir? Yanlışların psikolojik nedenlerini anlamaya çalışmak ve çözüm aramak mıdır aşk? Hava kararırken, gözünün sabaha açılması mıdır? Aldatıldıkça sorunu kendinde aramak, kendini suçlamak mıdır aşk?
“İçin için sıraladığın küfürleri savuracakken, usul sesinle sızlanıp ağlamak mıdır aşk? Ona her koşulda sahip çıkmalıyım anlayışıyla, gece mavisini kuşanıp boğulacağını bile bile açık denizin üzerinde koşmak mıdır?
“Her an telefon sesi, her an ayak sesi, her an araba sesi, her an zil sesi beklemek midir aşk?
“Uzakların, uzaklaşmanın teselli vermemesi midir aşk? Gittiğin yerlerden bir an önce geri dönmek istemek midir?
“O yağmurlu bir şehirde yürürken, güneşli bir şehirde dolaşmak istememek midir aşk?”

‘Kendin’ olmak..
“Hayat geçiyor, sen neredesin?” (Everest Yayınları), Çiğdem Anad’ın ikinci kitabı. “Aklım nereye gidiyor, ellerim nereye”den sonra uzun süre beklememiz gerekti.
Yaşamdan aldığımız ve yaşama verebildiğimiz kadar kendimiz olabileceğimizi bir kez daha gözümüzün içine sokan, okunmasını önerebileceğim bir kitap bu.
İnsan, kendisine soru sorabildiği ve bu sorulara tutarlı, geçerli yanıtlar verebildiği kadar kendisidir diye düşünürüm.
Onun ötesi bir tür rol yapmaktan ibarettir. Yaşıyormuş rolü yapmak…
Öğretilmiş davranışları, öğretildiği gibi tekrarlamak ve kendisine başkaları (artık buraya istediğinizi koyun: çevre, aile, iş yaşamı, düzen vs..) tarafından tanımlanan alanın dışına çıkmaya çaba göstermemek, insanın yaşamında düşebileceği en büyük tuzak sanırım..
Aşkta da böyle bir tehlike var.
Affetmeye hazır olmak da böyle öğretilmiş bir davranış biçimi..
Şarkılar, şiirler genellikle bunu öğütlüyor insanlara.
Bir tür “çilecilik” anlayışı da diyebiliriz..

Aşk ‘öğretiliyor’..
Barthes, “Âşığın sevdiği insana mutsuzluğunu sergileyerek onu etkilemek istemesinden kaynaklanan çileci bir ön cezalandırım tutumu” diye açımlıyor…
Gasset’e geleceğim yine kaçınılmaz olarak:
“Küçük burjuvalar için has biçimde âşık olmak zordur. Onlar için yaşam, bilinenler ve anlaşılanlar üzerinde direnmekten, hep o aynı günlük tekdüzelikten alınan sarsılmaz doyumdan oluşur” diye yazmış..
Günlük yaşamlarımızı çoğunlukla bize öğretilenler üzerine kuruyoruz.
Çoğumuzun aşkı da birbirine benziyor; çünkü ne yapacağımız, nasıl davranacağımız romanlar, filmler, şiirler, şarkılarla bize öğretiliyor.
Ne yazık ki insan yaşamını laboratuvarlarda yeniden yaratıp ruhumuzu şekillendiren olayların nasıl gelişip sonuçlandığını matematiksel bir doğrulukla hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Olanak olsaydı da bir grup yeni doğmuş çocuğun, bütün dış etkilerden tümüyle yalıtarak gelişmelerini izleyebilseydik, eminim çok şey öğrenecektik..
Çiğdem Anad’ın kitabı, bu konuda, düşünen bir insanın yapabileceğini yerine getirmeye çalışıyor.
Soruyor ve yanıtlar arıyor..