MİLLİYET

Batı'nın da Türkiye'den öğreneceği çok şey var

 Cuma gününden beri Dünya Gazeteler Birliği (WAN) Kongresi için Türkiye’ye gelen yabancı gazetecilerle birlikteyim.

Bu süre içinde birçoğunun Türkiye hakkında ne kadar önyargılı olduklarını ve aradan günler geçtikçe nasıl yumuşayıp değiştiklerini izledim.
Benim için gerçekten çok ilginç bir yaşam deneyimi oldu.
Ama asıl şaşırdığım şey, kongreye paralel olarak düzenlenen Dünya Editörler Forumu sırasında dinlediğim bazı mesleki konular oldu.
İstanbul’daki forum ve kongrede yapılan konuşmalar gösteriyor ki dünya basınındaki genel eğilim, gazetelerin birinci sayfalarının giderek daha albenili olmaya gayret ettikleri..
Daha fazla renk kullanmak, fotoğraflara daha çok yer vermek, haberleri kısa özetler halinde sunmak, birinci sayfaya mümkün olabildiği kadar çok haber koymak, birinci sayfaları daha hızlı okunabilir hale getirmek gibi yeniliklerden söz ediliyor.
“Dünya basınında yenilik” diye söz edilenlerin Türk basınında neredeyse bir otuz yıldır uygulandığını biliyoruz.
Bildiğimiz bir başka şey daha var: Ülkemizin özellikle gazetecilik okullarında Türk basınının bu özelliğinin eleştirildiği, “dünyanın hiçbir yerinde böyle yapılmıyor” diye yapılanların küçümsendiği..
Bir guru gözüyle Türkiye..
Biz WAN Kongresi ile meşgulken, Türkiye’ye Yapı Kredi World Card’ın davetiyle gelen çok tanınmış bir uzman da “markalaşma” konusunda bir konferans verdi.
B. J. Cunningham isimli bu “marka gurusu”nun konferansta söylediklerini bir internet sitesinde okudum.
Cunningham’a konferans sırasında şöyle bir soru sorulmuş: “Türkiye’den niye uluslararası büyük markalar çıkmıyor?”
O da şöyle yanıt vermiş: “Türk markalarının en büyük zaafı, belki de Türk olduklarını düşünerek duydukları güvensizlik.. Sanki şöyle bir duygu yaşıyorlar: Onlar bizden iyi biliyorlardır.. Veya şöyle düşünüyorlar: Bu heriflerle nasıl başa çıkarız, biz Türkiye’den geliyoruz.. Tabii ki bu duygu tam anlamıyla yanılsama aslında.. Ben de bu ülkeye gelirken benzer bir yanılsama ile geliyordum: Bir üçüncü dünya ülkesine gidiyorum.. Ama gelince ne kadar sofistike bir ülke olduğunu da gördüm..”
İçimizdeki şeytanları kovalım
Cunningham, topu topu bir gününü geçirdiği bir ülkede, çok temel bir şeyi fark edebiliyor ve bunu son derece açık bir şekilde ifade edebiliyor..
Bir insana durduk yerde “guru” denilmiyor demek ki..
Şovenist duygular taşıyan birisi değilim. Her yaptığımıza hayran olmak, kendimizde olmayan cevherleri var zannetmek gibi bir huyum da yok..
Ama bunun tersinin de aslında bir tür “şovenizm” olduğunu düşünüyorum, “yabancı hayranlığı” diyebileceğimiz, aslında aşağılık kompleksiyle de karışık bir özelliğimiz..
Doğulu olmanın küçümsendiği ve aslında Batı tarafından bize dayatılmış bir “ideoloji” bu..
Bizim her yaptığımızı yanlış, Batılının her yaptığını peşin ve tartışmasız doğru olarak kabul eden bir görüş..
Ve bu görüşün egemenliği bizi sıradan taklitçilere, başkalarının yaptıklarını tekrarlayan bir tür papağan ve maymuna dönüştürebiliyor..
Yaratıcılığımızı öldüren, kendi gücümüze inancımızı sarsan bir düşünme tarzı..
İçimizdeki bu “şeytan”ı çıkarmadan da dünyaya damgamızı vurmamıza olanak yok.