Claudia Schiffer’i nedensiz olarak sevmediğimi, bu yüzden onu güzel bile bulmadığımı yazmıştım. Sarışın sıskanın bundan elbette haberi bile olmadı ve haberi olsaydı eminim hep baktığı gibi yine boş boş bakardı ama bu yargım ‘Claudia muhipleri’nin eleştiri bombardımanına yol açtı.
O zaman önce eski dostumuz Gasset’e dönelim ve birlikte okuyalım:
“Olağanüstü güzellik, ince duyarlıkları olan erkeklerin bir kadını çekici bulmalarına engel olur aslında. Bir yüzün aşırı mükemmellikte olması, o yüzün sahibini nesnelleştirmeye ve bir estetik nesne olarak zevkle seyredebilmek için, ondan uzakta durmaya iter bizi… Resmi güzellere âşık olanlar yalnızca alıklar ve bakkal çıraklarıdır. Resmi güzeller kamusal anıtlardır; insanın kısa bir süre, uzaktan seyredeceği ilginç nesnelerdir. Onların yanında insan kendisini âşık gibi değil, turist gibi hisseder.”
Hain ve seçkin bir alıntı
Alıntıyı ne kadar ‘haince’ yaptığımın farkında olmalısınız.
Daha ilk cümlede Claudia’yı beğenmeyerek kendimi ‘ince duyarlılıklara sahip bir erkek’ sınıfına sokuyorum ki başkası yapsa ‘bu kadarına da pes doğrusu’ derdim.
İkincisi ‘resmi güzellere âşık olanları alıklık ve bakkal çıraklığı’ ile suçlayan cümle… Böylece Allah’a çok şükür ki “resmi bir güzele” âşık olmadığım için kendimi ve benim gibi milyonlarca erkeği ‘seçkinler’ kategorisine sokuyorum ki hadi buna da “biraz daha insaflı bir yaklaşım” diyelim…
İşin şakası bir yana Gasset’e çok da katılamıyorum. Bir erkeğin, bir kadına âşık olması için kadının mutlaka bazı kusurlarının olması gerektiği gibi yanlış bir noktaya da götürebilir bizi.
Oysa bana sorarsanız bunların gerçek hayatta hiçbir önemi yok.
Aşkın gözü kördür
Biraz klasik bir söz olacak ama söylemeliyim; seven göz kusur görmez! Kusur görmediği gibi ‘kusursuzlukları’ da fark edecek durumda değildir.
O göz sadece bir hayal görür; kafamızda yarattığımız ve ona bazı değerler atfettiğimiz, bu yüzden de delicesine sevdiğimiz, taptığımız bir hayal!
Bu yüzden kadınların kendilerini erkeklere beğendirmek için ameliyatlar olmalarını, ölüm perhizleriyle zayıflama çabalarını, kondisyon bisikletinde günde geçirdikleri üçer dörder saati anlayamam. Biraz iddialı olacak ama söylemeden geçemeyeceğim, önündeki çikolata sufleyi alacağı kiloları düşünmeden iştahla kaşıklayan bir kadından daha çekici ne olabilir dünyada?
Bunu söylerken kadının bakımsız olmasını elbette kastetmiyorum. Bu amaca yönelik davranışlar kadını kadın yapan şeylerdir: Güzel giyinmek, harika kokmak, saçlarına özen göstermek gibi…
Anahtar kelime: Anlam
Aynı mağazadan alınmış aynı elbiseyi giyen, aynı parfümü süren, aynı berberin elinden çıkan, birbirine çok benzeyen iki kadından neden birini değil de ötekini severiz?
Sorulması gereken soru budur bence. Ve yanıt da sadece az önce sözünü ettiğim ‘hayalde’ gizlidir. Onu kendisine benzeyen diğer kadınlardan ayıran şey bizim ona yüklediğimiz ‘anlam’dır. Ve bu anlam esas olarak o kadının kopyalanamayacak, taklit edilemeyecek tek varlığı olan ruhundan bize doğru akar, bariyerlerimizi yıkar, içimize işler…
Boş ve hoş kadınlar!
Friedrich Nietzche şöyle yazmış: “Belki daha düşük düzeydeki, ama daha incelikli ve daha hafif türlerdeki varlıklarda olduğu gibi kadınlarda da gönlümüzü rahatlatan bir şey buluruz. Kafaları her zaman eğlenceyle, gelip geçici heveslerle ve giysilerle dolu olan yaratıklarla karşılaşmak ne büyük bir zevktir. Onlar, yaşamları sınırsız sorumluluklarla dolu, baştan aşağıya gerginlik içinde yaşayan ciddi erkek ruhlarını büyülerler.”
Can dostum ‘Fede’nin bu yaklaşımını da biraz cinsiyetçi buluyorum ama kadınları sevmekten söz ederken görmezden gelemeyeceğimiz bir noktaya da parmak bastığını itiraf etmeliyim.
Erkekler işte bu tür kadınlara bayılırlar. Fiziksel özelliklerinden çok onların bu ‘boş’ davranışlarından, ayrıntılarda kayboluşlarından, tavır ve mimiklerinden etkilenirler.
Uzun lafın kısası Claudia’yı alıklar ve bakkal çıraklarına bırakıyorum, bana Nicole Kidman yeter de artar bile!