Beş parmağın beşi de bir değil!
Doğan Hızlan’ın dün anlattığı fıkra, MHP’li milletvekili Ahmet Çakar’ın romanın yayımlanmasından on, filmin gösterilmesinden iki yıl sonra yaptığı çıkışı çok iyi anlatıyor:
Yeniçeri ağası yolda yakaladığı bir yahudinin yakasına yapışmış. “Bre çıfıt” demiş, “İsa’yı siz öldürmüşsünüz.”
“Aman ağam” demiş yahudi, “Bu dediğin iki bin yıl önceydi.”
“Olsun” demiş yeniçeri ağası, “Ben şimdi duydum.”
Böyle bir zeminde başlatılan tartışmanın iki gün içinde bizlerin çok alıştığı bir başka mecraya akması son derece doğaldı.
Nitekim “Gelinine tecavüz eden Hamidiye Alayı Paşası” üzerine tartışma da kendi doğal yolunu bulmakta gecikmedi.
Çakar, yazarı ve yönetmeni bu nedenle ‘Türk subayına hakaret ediyor’ diye suçlayınca ,romanın yazarı yanıt verdi: O Türk paşası değildi, Hamidiye Alayı Paşası’ydı, onların da hepsi Kürttür!
Bundan ne çıkarmalıyız? Geline tecavüzün bir Kürt geleneği olduğunu mu? Yoksa bu da bilinçaltımıza yerleşmiş bir başka tür ırkçılığın baskı altında su üstüne çıkması mı?
‘Kötü adam’ sendromu
Yılmaz Karakoyunlu’nun yazdığı bütün romanları okudum. Kendisini de tanırım. Böyle bir düşünceyi bırakın seslendirmeyi, aklından dahi geçirmeyecek birisi olduğunu biliyorum.
Ama görüyorsunuz ki ‘amacını aşan sözler’ artık Türk siyasetinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş bulunuyor. Bu yüzden Karakoyunlu’yu eleştirmek haksızlık olur diye düşünüyorum.
Sorun daha çok bizim sanat yapıtlarını algılayış biçimimizle ilgili olmalı.
Romanlarda, filmlerde kötü kişilerin olması kaçınılmaz. Tıpkı günlük hayatımızda olduğu gibi.. Beş parmağın beşi de bir değil!
Ama örneğin bir filmde kötü bir polis gösterirseniz, bu bütün polisleri rahatsız ediyor. Kötü adam kapıcıysa, Kapıcılar Derneği ayaklanıyor. Kötü adam gazeteciyse meslektaşlarımız ateş püskürüyor.. Kötü adam subaysa bu en büyük suç sayılıyor, bütün toplum ayaklanıyor.
Oysa gerçeklerin hayal ettiğimiz gibi olmadığını günlük yaşamlarımızdan biliyoruz. Her meslek grubunun içinde ahlaksızlar, kötü niyetliler, hatta kötülük yapmak için yaratılmış gibi olanlar var.
Bizleri rahatsız etmesi gereken şey, bu tip insanların içimizde barınmaya devam etmeleri olmalı; teşhir edilip toplum dışına itilmeleri değil.
Çakar açığa düştü
“Temiz Toplum” talebi bu ülkede durduk yerde ortaya çıkmadı.
Ahlaki çürümenin bugün geldiği boyutlardan hepimiz şikayet etmiyor muyuz?
Dikkat edeceğimiz şey şu olmalı: Filmlerde ya da romanlarda karşımıza çıkan kötü insanlar, (1) içinde bulundukları meslek grubunun ya da toplumsal kategorinin tümünü kapsayan bir örnek midir, yoksa (2) o sanat yapıtında anlatılan olayla sınırlı, tekil şahsiyetler midir?
Eğer birincisi yapılıyorsa bu en geniş tanımıyla ‘ırkçılık’tır, ‘ayrımcılık’tır, ‘haksızlık’tır. Bunu sadece o grubun mensupları olarak değil, bütün toplum olarak lanetlemeliyiz.
Eğer yapılan şey ikinci tanıma uyuyorsa bunu yapmak sanatçının hakkıdır.
Bir filmde bir gazeteci rüşvet alıp haber yazıyorsa bu beni etkilemez. Ama film, bütün gazetecilerin rüşvetçi olduklarını gösteren bir çerçeve içine oturtulduysa buna itiraz etme hakkım vardır, itiraz ederim.
Salkım Hanım’ın Taneleri’ni göz ucuyla bile okuyan, filmi uyur uyanık seyreden herkes ‘gelinine tecavüz eden paşa’ kişiliğinin ‘tekil bir şahsiyet’ olduğunu anlayabilir.
Eğer birisi ortaya çıkıp bununla Türk ordusunun bütün paşalarının kastedildiğini söylerse de bunda kötü niyet ararım.
Tartışmayı kasten saptırdığını, olmayan bir şeyi olmuş gibi göstererek aslında toplumda bu tür bir yargının oluşmasına hizmet ettiğini düşünürüm.
Bana göre Ahmet Çakar, sadece TRT Genel Müdürü’nü köşeye sıkıştırmak amacıyla başlattığı tartışmada giderek açığa düşüyor.
Haddim değil belki ama ona tavsiyem haksız yere suçladığı insanlardan özür dileyip, bu tartışmayı burada kapatmasıdır.