Pazar günü Marcus Aurelius’un “ruhsal öğretileri”nden söz etmiştim. Dün yazıişleri toplantısında Haber Araştırma Müdürümüz Tunca Bengin’in anlattığı bir haber Aurelius’u bir kez daha hatırlamama yol açtı.
Şöyle diyor filozof – imparator Marcus Aurelius: “Tanrı’nın hiçbir zaman bütünden ayrılmama gücünü bize vererek ne kadar olağanüstü bir lütufta bulunduğunu gör.”
Serhat Oğuz’un bugünkü Milliyet’te okuyacağınız haberi Kartal’da bir sitede cereyan eden ilginç bir olayı anlatıyor. Cennet vatanımızın herhangi bir köşesindeki, herhangi bir apartmanda benzerlerinin yaşandığını, yaşanmakta olduğunu eminim sizler de haberi okuyunca göreceksiniz.
Türkiye’nin resmidir…
Türkiye “bütününü” oluşturan, bugünkü toplumsal ve siyasal durumumuzu yaratan küçük bir örnek…
Körfez depreminden sonra söz konusu apartmanda inceleme yapan uzmanlar, apartmanın gelecekteki depremlerde ayakta kalabilmesi için onarım görmesine karar vermişler. 2 yıl önce çalışmalar başlamış.
Ancak bazı dairelerin sahipleri bu karara mahkemede itiraz edince üçüncü kata kadar bitirilmiş çalışma tamamen durmuş.
Güçlendirme yapılmadığı ve yarım inşaat görüntüsü devam ettiği için dairelerin fiyatı yok pahasına düşmüş, apartman terk edilmiş bir görüntüde… Daireleri ne satın alan var, ne de kiralamak isteyen.
Mahkeme 2 yıldır böyle basit bir sorunu çözmek için bir karar verememiş. Ne zaman verebileceği de hala meçhul…
Daire sahipleri, güçlendirme yapmak gerekçesiyle devletten 600’er milyon lira yardım almışlar ama belli ki bir bölümü bu parayı daire güçlendirmeye harcama gereğini de görmemiş.
Tipik bir “Türkiye bütünü fotoğrafı sanki”…
Her sorundan biraz…
Kısır bir çekişme herkesin zarar etmesiyle sonuçlanmış. Sorunları ortaya koyup, açıkça tartışmak ve bir ortak yolda uzlaşmaya çalışmak yerine inatlaşmanın tercih edilmesi, bu insanların belki de hayattaki tek birikimlerinin yok olup gitmesine yol açmış.
Yargı, önüne gelen bir davayı bir an önce çözümleyip, anlaşmazlıkları gidermek yerine işi uzattıkça uzatmış. Yargılama usullerimizin hatalarından, yasal boşluklardan ve yargının üzerindeki ağır yükten kaynaklanan nedenler çok basit bir davayı bile çözülemeyen ve herkese zarar veren bir sorun haline getirmiş.
Devlet olanakları bu “mikro düzeyde” bile yerinde kullanılmamış, bazı açık gözler devletin olanaklarını kendi kişisel istekleri için kullanmakta tereddüt göstermemiş.
Kuşkuculuk, güvensizlik, aç gözlülük, beceriksizlik… Sadece kendini haklı görmek, başka düşüncede olanlara söz hakkı tanımamak, çoğunluk kararlarına saygısızlık…
Bunların hepsi aynı zamanda ülkemizin “makro” sorunları..
Şaşmamak gerek
Prof. Dr. Selami Sargut “Kültürler arası farklılaşma ve yönetim” isimli kitabında bu nedenle Türkiye’yi bir “düşük sinerji toplumu” olarak nitelendiriyor:
“Yenme ve çatışma içgüdüsünün üstün tutulması, “ben kazanayım, diğerleri kaybetsin” yaklaşımı, böbürlenmenin ve dayılanmanın ödüllendirilmesi, kişisel ve çıkar ilişkisine dayanan klancı yaklaşım, seven ve verici olanın sömürüleceği inancı…”
Bir apartmanda oturan 20 ailenin basit bir ortak çıkarda bile anlaşmayı başaramıyor olmasına bakınca; türbandan Kürtçe’ye, özelleştirmeden taban fiyatlarına kadar çok daha önemli sorunlar üzerinde bir türlü ortak bir çözüm geliştiremiyor olmamıza hiç şaşmamak gerek…