MİLLİYET

Saddam'dan sonra tufan!

 National Geographic Dergisi’nin Mart 2003 tarihli sayısında gazeteci Mary Anne Weaver’in, bir Körfez ülkesi olan Katar ile ilgili röportajı yayımlandı.

Katar bugün kişi başına milli geliri 28 bin doları geçen bir ülke. 200 bini yerli, 600 bin nüfusu var. Babası Şeyh Halife’yi bir saray darbesi ile devirip başa geçen Katar’ın şimdiki lideri Şeyh Hamad, bir dizi reform aracılığıyla modern bir Arap ülkesi yaratmaya çalışıyor.
Bir benzerini bizim de Atatürk ile yaşadığımız barışçı bir dönüşüm projesi bu..
Kadınlara seçme ve seçilme hakkından tutun da, bütün gençlerin dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitiminin sağlanmasına kadar bir dizi reform.. “Arap CNN’i” olarak tanımlanan El Cezire Televizyonu’nun bu ülkede ortaya çıkması tesadüf değil yani..

Ya Ladin’le ya da..
Şeyh Hamad’ın bu tepeden inmeci reform hareketinin en büyük muhalefeti gençlerden, özellikle de Batı eğitimi almış gençlerden gördüğünü söylüyor Weaver. “Dinamik, kararlı ve siyasal bilinç sahibi – ve de genellikle Batı’da eğitim görmüş – genç erkekler camilerde tanıştıkları İslami eylemcilik de dahil olmak üzere, İslami akımların büyük etkisi altındalar. Üstelik Katarlı genç kadınların, genç erkeklere oranla çok daha tutucu oldukları da görülüyor.”

Varsayalım doğru..
Weaver’in röportajında şöyle bir bölüm var: “Gece vakti Doha’nın inci dizisi gibi parıldayan ışıklarının arasında yer yer Mc Donald’s ve Kentucky Fried Chicken’ın ucuz neonları göze çarpıyordu. Sabah kahvemi içmek için iki seçeneğim vardı: Ya bana Usame bin Ladin’i öve öve bitiremeyen delikanlılarla dolu Starbucks ya da Katarlıların “suk” dediği kapalı çarşıda Saddam Hüseyin’i öve öve bitiremeyen yaşlılarla dolu bir kahvehane..”
Bu röportajı okurken ABD – İngiliz koalisyonunu neyin beklemekte olduğunun ipuçlarını bulduğumu düşündüm.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, bizim de bir parçası olduğumuzu söylediği “Koalisyon”un görünen amacı Irak’ta rejimi değiştirmek. Diktatörü devirmek, Irak halkının demokrasi içinde kendi kendisini yönetmesini sağlamak..
Bu gerekçenin doğruluğunu, yanlışlığını, petrol bölgelerine hâkim olma amaçlarını ve daha birçok başka politik yönünü tartışmıyorum. Varsayalım ki bu doğru olsun ve savaş gerçekten Irak’ta rejimini değiştirmek amacına yönelik olsun..

Tehlikeli yakınlaşmalar!
Gazeteci Selim Nassıb’ın bir makalesi, Le Monde Diplomatique Türkiye Dergisi’nin 15 Mart tarihli sayısında yayımlandı. Nassıb, günümüz Arap dünyasının bir fotoğrafını çekiyor bu makalesinde.
Ve bugün Irak’ta hüküm süren Saddam Hüseyin’in askeri diktatörlüğünün gerisinde, 1967 Altı Gün Savaşı’ndaki ağır yenilgiden kaynaklanan bir Arap milliyetçiliğinin olduğunu anlatıyor.
Katar örneği de gösteriyor ki, radikal İslamcı düşüncelerle de beslenen yeni Arap milliyetçiliği, bu kez Saddam ve Bin Ladin’den etkileniyor.
Saddam devrilip gitse de, Irak halkına tarifsiz acılara mal olacak bu ağır yenilgi unutulmayacak.
Bu rüzgârın bütün Arap dünyasını sarsmasına ve belki Saddam Hüseyin’inkinden daha tehlikeli ve acımasız rejimlerin ortaya çıkacağına tanık olabileceğiz.

Saddam’ı devirmekten zor
Bütün bu sorunu çözebilecek anahtarın aslında Filistin’de yatmakta olduğunu da gösteriyor Selim Nassıb’ın makalesi.
Arapların bütün dünyanın gözleri önünde kırılan gururlarını tamir edebilecek, şereflerini kurtarabilecek adil bir çözüm..
Kendi topraklarında esir edilmiş bir halkı yeniden özgürleştirmeyi başarmak ise bugün Saddam’ı devirmekten çok daha zor görünüyor.
Bölgemiz, Atlantik’in öbür ucunda oturan askeri stratejistlerin asla kavrayamayacağı kadar karmaşık bir ruh durumunun esiri olmak üzere.