Bir yanlış mı var? Önce aynaya bak!
Houston çevre yolunun kenarındaki bir reklam panosunda şöyle bir yazı varmış: “Kişisel sorumluluklara ne oldu?”
Bunu John G. Miller’in, “Sorunun Ardındaki Soru” isimli kitabında okudum. (Sistem Yayıncılık, çeviren: Arzu Sami.)
Sonra bunu küçük bir kağıda yazdım ve masamın arkasında artık bir büyük panoya dönüşen duvara iğneledim.
Hemen yanında şöyle bir söz daha asılı: “Ben değilsem kim, şimdi değilse ne zaman?”
Suçlu hep başkası!
Başarısızlıklar ya da yanlışlardan kendi dışımızdaki her şeyi suçlamak bizim toplumsal kültürümüzün özelliklerinden biri.
Kendimize haksızlık etmeyeyim, başka birçok modern toplum da benzer bir psikoloji içinde kuşkusuz..
Ama doğrusunu isterseniz beni başka toplumlar değil, içinde yaşadığım bu ülke ilgilendiriyor öncelikle..
Yenilen takımın teknik direktörü, oyuncuları, hakemleri, yanlış transfer yapan yöneticileri suçluyor. Ve bu, genel bir kabul de görüyor.
Kar yağdığında belediyeleri yolları açık tutamadıkları için suçluyoruz ama kimse kendi kapısının önündeki buzları kırmayı akıl etmiyor.
Tarih kitaplarımızda, Birinci Dünya Savaşı’nda aslında kazandığımız halde, müttefiklerimiz yüzünden yenik sayıldığımız yazılı.. Sarıkamış bozgunu, Yemen faciası, Kanal harekatı, Filistin ve Galiçya cephelerindeki ağır kayıplar sanki hiç yaşanmamış gibi..
Başımıza gelen her kötü şey, sanki bizim dışımızda gelişmiş de biz de onun altında kalmışız gibi davranıyoruz.
Hatta kişisel sorumluluklarına sonuna kadar sahip çıkan ve “durumdan vazife çıkaranöları aşağılamak için söylenmiş sözlerimiz bile var: “Her ayranım var diyene, tuz bende diye koşma!”
Kişi değil hata önemli
Meslek yaşamımın önemli bir bölümünü çeşitli kademelerde yöneticilik yaparak geçirdim.
Başkalarını suçlamak yerine, yanlış yapılan bir işin ya da yerine getirilemeyen bir görevin sorumlusu olarak kendisini ortaya koyanlarla çalışmayı tercih ettim hep. Mümkün olduğunca tabii..
“Kıbrıs baskısı için hazırlanan sayfayı kim taşra baskısına da koydu?” sorusunu hiç sormadım örneğin. Bu sorunun yanıtını hiçbir zaman merak etmedim.
Merak ettiğim tek şey bunun nasıl olup da gerçekleştiğiydi. Hatanın nasıl yapıldığını öğrenecek olursam, tekrarlanmasını da önleyebileceğimi düşündüm.
Hatayı kimin yaptığını merak edecek olursanız duygularınızın giderek öfkeye dönüşmesine de engel olamazsınız. Öfke, sizin hata yapma olasılığınızı artırır sadece..
Ama hatanın nasıl yapıldığıyla ilgilenirseniz duygularınız işin içine karışmaz. Mantığınız ve aklınızla bunun tekrarlanmasının önüne geçecek önlemler alabilirsiniz.
Her gün değişik okullarda okuyan birçok genç insandan “e – posta” alıyorum.
Kimi okulunu bitirmek üzere, kimisi de okulunu bitirmiş ve çalışabileceği bir iş arıyor, bazıları işe yeni başlamış..
Birçoğuna hâkim olan psikoloji, kendileri dışındaki bütün dünyaya yönelmiş bir öfkeden ibaret.
Eğitimin kalitesizliğinden, iş bulma olanaklarının sınırlılığından, buldukları işin yeterince tatmin edici olmadığından şikâyet ediyorlar. Öyle bir görüntü çiziliyor ki o “e – posta”larda; bu genç arkadaşlar tamamiyle sistemin kurbanı olmuşlar ve kendi ellerinden de hiçbir şey gelmiyor.
Sütten çıkma ak kaşıklar..
Onlara zamanım elverdiğince yanıtlar yazıyorum: Eğitimin yetersizliğinden şikâyet ediyorsan, neden kütüphanede birkaç saat daha fazla harcamıyorsun? Neden internet denilen muazzam olanaktan, kişisel eğitim yetersizliğini gidermek için yararlanmıyorsun? Az sayıda boş iş olduğuna göre, benzerlerin arasından sıyrılmak için neden kendini daha donanımlı kılmıyorsun?
Bu sorularımın çoğunun bir burun kıvrılmasıyla bir kenara fırlatıldığından da eminim..
Acaba, Houston çevre yolundaki bu “billboard”ın benzerlerini çoğaltıp ‘biz de yollarımızın orasına burasına diksek mi?’ diye düşünmeden edemiyorum: Kişisel sorumluluklara ne oldu?