Bu aslında demokrasinin savaşı..
Tarafları İslam ve Hıristiyan batı dünyası olan bir medeniyetler çatışmasının içinde miyiz? Fikir babalığını Samuel Huntington’un yaptığı bu ‘medeniyetler savaşı’ konusu 11 Eylül’den beri yeniden hatırlandı.
İlk bakışta bir ‘medeniyetler çatışması’ndan söz etmek mümkün. Ama tartışmanın burasında durup çatışmanın kimlerin arasında geçtiğini bir kez daha tarif etmeliyiz diye düşünüyorum.
Bugün söz konusu olan çatışma Huntington’un tarif ettiği dokuz ayrı medeniyet bloklaşmasından kaynaklanmıyor. (Huntington bunları Batı, Latin, Afrika, İslam, Çin, Hindu, Ortodoks, Budist ve Japon medeniyetleri olarak sıralıyor.) Aslında çok daha genel ve temel bir başka bloklaşma var.
Fanatizm medeniyeti
Medeniyetleri matematikteki kümeler gibi düşünecek olursak bu dokuz ayrı kümeyi ikiye bölen ve herbirinden parçalar da içeren iki büyük küme daha var ki çatışma da aslında o iki temel ‘medeniyet’ arasında geçiyor.
Bir tarafta demokrasi, insan haklarına saygı, hoş görü ve hukuk medeniyeti var. Karşı tarafta da faşizm, fanatizm, hukuksuzluk, insan haklarına saygısızlık ve farklı olana hoşgörüsüzlük ‘medeniyeti’. Çatışma da bugün esasen bu ikisi arasında geçiyor.
Ve bu çatışma bugün başka herhangi iki medeniyet bloğu arasında olabileceğinden daha da şiddetli olarak İslam dünyasının içinde yaşanıyor.
Afganistan’da Taliban rejiminin baskı ve karanlığının asıl kurbanları ne ikiz kulelerde ölenler ne de başkaları.
Taliban rejiminin asıl kurbanları Afganistan’da yaşıyor: Kadınlar, çocuklar, demokratlar, aydınlar, Taliban gibi düşünmeyen herkes..
İslam dünyasının önemli bir bölümü için demokrasi ve insan hakları mücadelesi başka bütün çelişkilerin önünde gidiyor.
İslam’a sarılan zorbalar
Pakistan’da feodal iktidarlarını korumak isteyen derebeylerin İslam’a sarılması kimseyi yanıltmasın. Pakistan’da da çatışma, özü itibariyle bir demokrasi ve insan hakları çatışması.
Örnekleri arttırmak mümkün. İran’a, Suudi Arabistan’a, Yemen’e, Sudan’a bakın. Onlardan ciddi farklılıklar gösteren Kazakistan’a, Özbekistan’a, Türkmenistan’a gidin..
Bu coğrafyanın ortak özelliği hoşgörüsüz, baskıcı, demokrasinin neredeyse hiç gelişmediği, insan hakları kavramlarına tümüyle yabancı iktidarların elinde olması.
Ancak bu durum oralarda da demokrasi ve insan hakları mücadelesinin verilmediği anlamına gelmiyor.
Ne olursa olsun iktidar..
Sorun çoğu İslam ülkesinde dinin siyasallaşmasından kaynaklanıyor. Bireyle tanrı arasındaki özel alanda son derece özgürleştirici bir işlevi olan İslam, siyasallaşıp bir iktidarı sürdürmenin temel motifi haline geldikçe baskıcı bir nitelik kazanıyor. Başka düşüncelere, yaşam biçimlerine hayat hakkı tanımayan, gerekirse şiddette başvurmaktan çekinmeyen bir tabiat kazanıyor.
Öte yandan Kosova’da, Bosna’da yaşananlara ne demeli? Oralarda baskıcı ve fanatik olanlar ortodoks Hıristiyanlar değil miydi? Çin’de piyasa ekonomisine geçiş ile birlikte demokratik hak talepleri yükselmedi mi? Ortodoks dünyası demokrasiye geçişin sancılarıyla sarsılmıyor mu? Latin Amerika’da yıllardır demokrasi ile faşizm çatışmıyor mu?
Evet, bugün bir medeniyetler çatışması yaşıyoruz; İslam ile Hıristiyan batı arasında değil, demokrasi ile faşizm arasında..