MİLLİYET

Buna 'çağdaş reform' denilebilir mi?

 Hükümetin hazırladığı Kamu Yönetimi Temel Kanunu tasarısı, kamuoyunda genellikle olumlu bir havayla karşılandı.

Tasarının, bürokrasiyi azaltmak, kamu hizmetlerini etkin, hızlı ve yerinden yönetilir hale getirmek, kaynakların etkin kullanılmasını sağlamak, kamu yönetiminde çağdaş ilkeleri benimsemek şeklinde özetlenen hedeflerine zaten kimsenin kolay kolay itiraz edebilmesi mümkün değil.
Ancak, tasarının denetim ile ilgili olarak getirmeyi hedeflediği düzenlemenin doğru bir düzenleme olduğunu söyleyebilmek mümkün değil.
Tasarı, bu haliyle devlet düzenimizde önemli bir yeri olan teftiş kurullarını kaldırarak, iç denetim görevini her kurumun kendi yöneticisine ya da onun belirleyeceği personele yaptırmayı hedefliyor.
Teftiş kurullarının kaldırılması ile ilgili olarak hükümet çevrelerinin öne sürdükleri gerekçe ise çok ilginç ve bence bir cehaletin ifadesinden başka bir şey de değil: Teftiş kurulları görevlerini yapsalardı, bu kadar yolsuzluk olur muydu?

Yolsuzluklar ortaya çıkar mı?
Yöneticilerin kendi işlemlerinin yine kendileri tarafından denetlenmesi durumunda, hataların, usulsüzlüklerin ve yolsuzlukların ortaya çıkarılabilmesinin nasıl mümkün olabileceği, kolay yanıtlanabilecek bir soru değil.
Üstelik gelişmiş tüm demokrasilerde bağımsız ve güçlü denetim birimlerinin yürüttüğü denetim görevinin şimdi doğrudan doğruya idarenin kendisine verilmesi nasıl bir “çağdaş yönetim ilkesi” oluyor, bunu da anlamak kolay değil.

Suçlu bizzat siyasiler
Türkiye’nin devlet düzeninde müfettişlik bir kariyer mesleğidir.
Üniversiteyi bitiren gençler herkesin kazanamayacağı çok ciddi bir sınavı kazandıktan sonra mesleğe girerler. Müfettiş yardımcısı olarak üç yıl çalıştıktan sonra tekrar sınava girerler ve ancak bu sınavda başarılı olanlar müfettiş olurlar.
Bu yönüyle de teftiş kurulları siyasi etkiye büyük ölçüde kapalı kurullardır.
Eğer bugüne kadar teftiş kurullarının çalışmaları yolsuzlukları tamamen önlemeye yetmediyse bunun sorumlusu teftiş kurulları değil, o teftiş kurullarının raporlarını savcılıklara zamanında göndermeyen bizzat siyasi yetkililer yani bakanlardır.
Ve bugün bilebildiğimiz tüm yolsuzlukların ortaya çıkarılması işini de bu bağımsız kurullar başarmıştır, bunu da unutmamak gerekir.

Tek işleri bu değil
Üstelik teftiş kurullarının tek işi yolsuzlukları yakalamak da değildir.
Teftiş kurulları aynı zamanda incelemeleri sonucunda geliştirdikleri çözüm önerileriyle devlette işlerin nasıl yürüyeceğini de tanımlayabilen kariyer kuruluşlarıdır.
Bütün bunların yanı sıra devletin ihtiyaç duyduğu, işinde uzman, bilgili personel, bizim geleneğimizde büyük ölçüde bu kurullarda yetişir. Devletin birçok kademesinde genel müdürlerin, daire başkanlarının teftiş kurullarından gelmesi de bu nedenle bir tesadüf değildir. Bu kurullar devlete yönetici de yetiştirirler..

Baskıya açık olacaklar
Şimdi kanun tasarısı müfettişleri iç denetçi sıfatıyla üst yöneticiye bağlıyor, tamamen siyasi baskılara açık hale getiriyor ve devlet içinde insan yetiştirilmesini önlüyor.
Üstelik bazı teftiş kurullarının görevi devlet dışında da denetim yapmaktır. Özel kanunlarla bazı bakanlık müfettişlerine verilen görevi bundan böyle kim yapacak? Kooperatiflerde, sermaye şirketlerinde, esnaf ve sanatkâr odalarındaki denetimleri kim yürütecek? Tüketicinin Korunması Kanunu’nda teftiş kurullarına verilen görevleri kimler yerine getirecek? Tasarı bu soruları da yanıtsız bırakıyor.
Her biri yarım yüzyıldan fazla tecrübeye ve bilgi birikimine sahip bu kuruluşları yok etmek, çağdaş bir reform değildir