Çok heyecan vermese de, aşk, başkadır!
Piyale Madra’nın Radikal’de “Ademler ve Havvalar” başlığı altında her gün çizdiği bantlardan birini saklamıştım..
Bugün siz de görün istedim..
Bu eski karikatürü bana hatırlatan şey Posta’da yayımlanan bir haber oldu..
Uludağ Üniversitesi “Kent Tarihi ve Araştırmaları Merkezi” KETAM’ın Bursa’da gerçekleştirdiği bir araştırmanın sonucunu duyuran bir haber..
Bursa’da 755 kadın ile yapılan araştırma eşlerinden hiçbir sevgi sözcüğü duymayan evli kadınların oranının yüzde 19 olduğunu ortaya koyuyor.
Bu kadınların kocaları bir kere bile eşlerine “seni seviyorum” dememiş..
Evli kadınlardan yaşları 25 – 44 arasında olanlar eşlerinden arada sırada bu tür sözler işittiklerini söylemişler..
‘Aşk mutlak bağlılıktır’
Araştırmanın Bursa’da yapılmış olması “özel” bir durumun tespit edildiği anlamına gelmemeli.. Sanırım dünyanın başka yerlerinde de benzer bir araştırma buna yakın sonuçlar verebilirdi..
Araştırmanın ortaya koyduğu bir başka ilginç sonuç ise, kadınların yaşlandıkça birlikte oldukları eşlerine daha çok bağlanmaları.. 55 yaş ve üstü kadınların yüzde 96.9’u eşlerini sevdiklerini söylerken, 18 – 24 yaş arasındaki kadınların sadece yüzde 17.2’si eşlerini sevdiklerini söylüyorlar..
Bu, insanların biraz da “aşk”ı algılama biçimleriyle ilgili diye düşünüyorum.
Sanırım erkekler ilk heyecanlarını yitirdikleri zaman aşklarının da ölüp gittiği kanısına kapılıyorlar.. Buna karşılık kadınlar için “bağlılık” giderek aşkla özdeşleşiyor.
Sylvester Stallone şöyle bir söz söylemiş:
“Aşkın gerçek anlamını öğrendim. Aşk, mutlak bağlılık demektir. İnsanlar yaşlanır ama bağlılık asla. Bazı insanlara çok bağlanabilir, hatta saatinizi bile onlara göre ayarlayabilirsiniz. Çok heyecan verici olmasa da… İşte bu aşktır.”
Bu tarifi en güzel ve en gerçek kılan bölüm, hangisi derseniz, bence şu üç noktadan önce gelen “Çok heyecan verici olmasa da” betimlemesi olmalı..
Aşkı sıradan bir “kaçamak”tan, “düzeyli ilişkilerden” ya da “yaşandı ve bitti”lerden ayıran nirengi noktası bu.
‘O’ kadınla yaşlanmak…
Gizli buluşmalar, kaçamak bakışmalar, ilk dokunuşlar, kan ter içinde uyuyup uyanışlar, geleceğe ait ortak hayallerin çılgın heyecanı durulduğu zaman bile, hâlâ birine kendini bağlı hissediyorsan ve bunu gençliğinde attığın bir imza ya da vicdanın sana zorla yaptırmıyorsa, işte o bağlılığın adı aşk oluyor.
Karl Marx’ın karısı Jenny’ye yazdığı mektuptan bir alıntı yapayım:
“Dünyada pek çok kadın vardır; bunlardan bazıları da çok güzeldir. Ama her çizgisi, hatta her kırışıklığı yaşamımın en güzel, en tatlı anılarını taşıyan bir başka yüzü nasıl bulurum? Sonsuz acılarımı, yerine konma olasılığı bulunmayan kayıplarımı bile o güzel yüzünde okuyorum ben.”
Sanırım kadınların yaşlandıkça birlikte oldukları erkeğe daha çok bağlanıyor olmaları biraz da bundan kaynaklanıyor..
İşte bunun içindir ki hep şöyle düşünüyorum: Şu anda hangi kadınla birlikte olduğun değil, hangi kadınla yaşlanacağın önemlidir..
Yaşamın sadece sana ait olan bölümlerini kiminle paylaştığın ve yüzüne baktığında o özel anların izlerini görebileceğin kadın..
Galiba biz erkeklerin çoğu kez görmekte zorlandığımız şey de bu..