Dan Brown’ın bütün dünyada büyük satış rakamlarına ulaşan ‘Da Vinci Şifresi’ isimli romanını, İstanbul’dan, Washington’a yaptığım bir uçak yolculuğu sırasında okudum.
Kendimi romana öylesine kaptırmışım ki uçuş boyunca ne yemek yiyebildim, ne film seyrettim.
Tatile çıktığımı anlamam için çok yemek yemem ve çok film seyretmem gerektiğinden, bu benim için pek alışılmış bir şey değil.
Kitabı elimden kızım kaptı. O da benimkine yaklaşan bir hızla okuyup bitirdi. Arkasından ikimiz de aynı yazarın başka romanları, “Melekler ve Şeytanlar” ile “Dijital Kale”ye saldırdık. 
Dikkat ettim, bizim gazetede bu kitapları okumayan çok az arkadaşım kalmış. İşleri gazetecilik olmayan başka arkadaşlarım arasında da durum farklı değil.
Doğrusunu isterseniz bu bana biraz tuhaf bir durum gibi geliyor. 
Hiçbirimiz Hıristiyan değiliz.. Hiçbirimizin Hıristiyanların tartışabileceği teolojik meselelerle ilgili en ufak bir fikri bile yok.
Buna rağmen hepimiz bu kitapları sular seller gibi okuduk.
Kitabı okumayı bitirip, kapağını kapattığımda şu soruyu sormadan da edemedim: Ben şimdi bütün bunları neden bu kadar heyecanla okudum? 
‘Kendinden kaçak’
Sorumun yanıtını bulmamı sağlayan da bir başka kitap oldu.
Alain de Botton 35 yaşında bir yazar. Türkçe’de daha önce birçok kitabı yayımlanmış ama itiraf etmeliyim ki bu ilginç yazarı “Felsefenin Tesellisi” isimli kitabını okuyana kadar fark etmemiştim. 
Aslına bakarsanız bu tür yazarlar biraz sinirime de dokunuyor. Adam daha sadece 35’inde ama Türkçede bile yedi tane kitabı yayımlanmış!
Alain de Botton’un okuduğum son kitabı “Romantik Hareket – Seks, alışveriş ve roman” adını taşıyor. (Sel Yayıncılık, çeviren: Ahu Sıla Bayer) 
Ve orada Alain de Botton’un bu tür okumalara, “kendinden kaçmak için okumak” adını verdiğini öğrendim.
Da Vinci Şifresi, Komando Operasyonu, Panama Terzisi gibi kitapları okurken insan şunu fark ediyor: Kimse ölümden korkmuyor, kimsenin canı sıkılmıyor, kimse durduk yerde bir şarkı dinleyince hülyalara dalmıyor.. 
Ortada Hz. İsa’nın gizli yönlerini ortaya çıkaracak bir şifrenin ele geçirilmesi gibi ciddi bir sorun varken kimse akşam ne yemek yiyeceğini, sevgilisinin onu neden terk ettiğini de düşünmüyor.
Böylesi daha rahat
Alain de Botton bu tür kitapları okumanın böyle bir yararı olduğunu anlatıyor: “Okurları içe bakışın ezasından ve cefasından kurtarmak!”
Şöyle yazıyor: “(Okuyucuyu) bu tür kitaplar okumaya iten neden, bilmediği şeyleri keşfetmek değildi, aksine bilmediği şeylerin içine düşmeyi engelleyebilmekti. Peşinde olduğu şey tutarlılık da değildi, eğer bir şeyden korkuyorsa okumak isteyeceği son şey, korkusunu dile getiren bir kitap olurdu. Afrikalı bir silah kaçakçısının, onu takip eden birinci sınıf bir sahil korumadan kaçarken yaşadığı korkuyu okumak hoşuna gidebilirdi belki, ne de olsa söz konusu olan kendi korkusu değildi.” 
Bu tür kitaplar içerdikleri gerilimle okuyucuyu kendilerine bağlıyorlar elbette. Ama o gerilim, okuyucunun kendisine dönük psikolojik ve kişisel sorularıyla ilgisi olmayan, zararsız ve güvenli bir gerilim..
Kendinizi sorgulamaya, kendinizi gözlemlemeye ihtiyaç duymuyorsunuz, bu tür “çok satanları” okurken.. 
‘Da Vinci Şifresi’ gibi kitapların bu kadar çok satmasının sırrı da sanırım bu..
